Cumhuriyetin 100. yılına doğru ilerlerken ülkenin yaşam kalitesi giderek yokuş aşağı freni patlamış bir kamyon gibi ilerlemekte. Son 20 yıl sanki memleketi başkaları yönetmiş gibi, tüm kurumlara kendi adamlarını yerleştirmemiş gibi mevcut yönetim kendisinden başka herkesi ülkenin bu halinden sorumlu tutuyor. Bakanların neredeyse tüm kritik suçlularla fotoğrafları çıkıyor, arkası korunan herkesin korkunç bir çıkar ağında bir tuğla olduğu gerçeği her gün biraz daha ayyuka çıkıyor. Oysa bizi bu hale getirenler dış minnaklarmış. Üzerimizde büyük oyunlar oynanıyor hep nedense… Biz de demek ki kandırılmaya o kadar alışığız ki adeta bdsm sevdalısı gibi kendimizi o biçim kullandırıyoruz. Hep kandırılıyoruz, hep üçkağıda geliyoruz, hep dolandırılıyoruz… Bir saniye sürekli kandırılıyorsak biraz da kandıranlara değil de kananlara mı bakmak lazım acaba? Kandırılanın hiç mi suçu yok. Başka bir yerde bakkal bile işletemeyecek vasıflara sahip bireyler, kötü bir skeç gibi ortalıkta “Eheheh meheheh” diye dolaşıyor. Utanma sıkılma yok, vasıf yok, kalite yok, bilgi yok, kültür yok. Ama neyse ki gücümüz her şeyi yasaklamaya yetiyor. Gerçekleri görmemek için kafamızı çöllerin kumuna gömmüş durumda basenlerimiz açıkta, ortalıkta duruyoruz adeta.

***

Tabii artık tek dert basenlerin ısıtmalı makam arabalarından ayrı kalmaması. Konvoylar, uçaklar, çakarlı araçlar, saraylarımız var ama bize ait değil. Vatandaşın artık satılacak neredeyse böbrekleri kalmış. Şimdi idarecilerin aklına da karpuz kabuğunu getirmemek lazım. Üç beş oy için, kendi imzaladığımız sözleşmelerden çıkıyoruz. Çağ dışı, insanlık dışı güç odaklarının her dediklerine he çekiyoruz. Geleceğe doğru ilerlerken insaniyet adına her geçen gün daha da geriliyoruz. Cemaatlerin birisi gidiyor, diğeri geliyor, şeyhlerimiz güçlerine güç katıyor, bu düzenin ateşine cehaleti harlayan odunlar birbiri ardına atılıyor.

Öyle günlerdeyiz ki artık neredeyse çocuklarla evlenilebilir mi, evlenilemez mi, onu tartışıyoruz. Sözde gelenekler, geri kalmış bir zihnin kabul etmek ve hasıraltı yapmak istediği görenekler önümüze atılıyor. Bundan sonra herhalde yamyamlık meşru mu değil mi onu tartışacağız. Belki bebek yenir mi yenmez mi ona bile gelir. Kız çocuklarımızı kuma mı gömeceğiz bundan sonra, belki önümüzdeki programda o da vardır. Sanat yasak, sanatçılar terörist, öğretmenler terörist, avukatlar terörist, öğrenciler terörist… Aslında işin özeti kafasını kuma gömen herkes dışında kalan tüm vatandaşlar bize düşmanmış… Sürekli kandırılan bir zihniyet belki de yine kanıyor ama bu sefer güç zehirlenmesinden kendisine kanıyor gibi. Şizoid bir bozukluk gibi hayal dünyalarının içinde ülkedeki her şeyin süper olduğuna inanan idareciler, hayal dünyaları içinde halüsinasyon dünyasında lüks içinde yaşıyor. Tek gerçek itibardan tasarruf olmayacağı. Zeytin ağaçları, ormanlar, dereler, ülkenin toprakları herkese açık, bir tek kendi vatandaşımıza yasak.

***

Her konuda anında devreye giren Mercedes’ini satamayan bilgeler, ülkenin korkunç gündemi karşısında sessiz, aracının içinde, ısıtmalı koltuklarında, camları kapalı oturuyor. Cenneti değil cehennemi sadece deneyimlediğimiz bir hayata alıştırılmış durumdayız. Ülkenin çalışanlarına “fakir fukara” diye hitap etmek, kendi paramızı bize vermemeye yemin etmiş bir yaklaşımla bakalım kaç metre daha gerileyeceğiz? Kurban’ın Yobaz adlı parçasının sözleriyle yazının ve bu korkunç dönemin sonuna geldiğimizi hatırlayalım.

Bu dünyadan kar sağlayan kirli bir el var
Zorla kesilen haraçla bir dünya doyar
Karanlık hasat mevsiminde, gündüz ağlar
Son günler yaklaştıkça güneş de yakar
Sahipten emir alan tüm acizler azar
Bilmez cahil, ruh evidir, bedense mezar
Yüzyıllardır kanla beslendi, tarihte yazar
Hep sapkındır hem de der ki, değmesin nazar