Oya Ersoy’un konuşmasına yönelik siyasal tespitlerin yöntemini belirleyen temel; ülke nüfusunun yüzde doksanının Müslüman olduğuna ve değiştirilmez olduğuna dair özcü yaklaşımın kendisiydi.

İlericilik-gericilik kavramlarının tarihsel serüveni

Levent Hekim

İnsanlığın yüzyıllar içinde kazandığı haklarını toplumun eşitlik ve özgürlük birikimlerini yok sayan bağnaz düşünceler bütünü. Bir başka deyişle aydınlanma karşıtlığı dini kurallara dayalı bir toplum özlemi gericiliktir. (Sol Sözlük)

Sol sözlükte yayınlanan genel tanımlama üzerinden gidecek olursak gericilik ve ilericilik kavramsallaştırmasının tarihine de ulaşmış oluruz. Gericilik kavramı bu Fransız Devrimi’nden sonra cumhuriyetçiler tarafından monarşistleri nitelemek için kullanıldı. 18. yüzyıl Fransız Devrimi ve aydınlanma düşüncesinin gelişimi ve modernite bu kavram çiftinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı. Yaşadığı ve ilişki kurduğu doğanın aşkın bir varlığın tasavvufu sonucu açığa çıktığını, bu düzlemde insan aklıyla bilinemeyeceği ve değiştirilemeyeceğine dair skolastik düşünce aydınlanma ile birlikte egemenliğini kaybetti. Doğanın ve toplumların kendi yasaları olduğu ve insanlarında kendi akıllarıyla bu yasaları bilebileceğine ve değiştirebileceğine dair fikri kopuş siyasal ve toplumsal düzlemde köklü değişikliklerin açığa çıkmasında önemli bir roller oynadı. Radikal değişikleri açığa çıkartan devrimci süreç siyasal egemenliğin ilkesini aşkın bir tanrıdan alan ve toplumsal alanı dini vecizelerle düzenleyen mutlak monarşinin yerine, egemenliğin ilkesinin halkta olduğu ve dinin siyasal alanın dışına atıldığı bir siyasallığın almasını sağladı. Laiklik, yurttaşlık, eşitlik, özgürlük ve ilerleme kavramları bu tarihsel sürecin ürünleri olarak açığa çıktı. Gericilik ve ilericilik kavramları monarşiyle cumhuriyeti, dinle laikliği, kullukla yurttaşlığı, muhafazakârlıkla yenilikçiliği birbirinden ayırt eden birer soyutlamadır. Bu bağlamdan bakıldığında bu kavramlar farklı siyasallıkları da belirlemek için kullanılır.

Burjuvazinin geniş kesimlerle birlikte aristokrasinin egemenliğine son verdiği Fransız Devrimi’nin olgunlaşmasında ve modern siyasal ve toplumsal yapının şekillenmesinde aydınlanmanın bilgi teorisinin ve ilerlemeci tarih anlayışının esin kaynağı oluşturduğu bir gerçektir. Burjuvazinin kendisine mal ettiği bu ilerleme anlayışı ve yöntemi kendi içinde sorunlar barındırır. Tarihin düz çizgisel ilerlediğine dair bir anlayışı savunur. Tarihin öznesini bireye indirger. Bu mekanik anlayış aynı zamanda olay ve olguları tarihsiz, kökensel ve değişmez bir muhtevayla ele alır. Toplum düzeni söz konusu olduğunda artık değişim ancak düzenleme ve yatıştırmaya yönelik bir rasyonalist nitelik taşıyabilir. 18. yüzyıl aydınlanma düşüncesi bu anlamıyla burjuva ideolojisini, burjuvazinin dünya görüşünü yansıtır. Dünyayı yorumlamak yeterlidir. Marx aydınlanma düşüncesini ilerlemeci, bilimsel, yönünü sahiplenmekle birlikte modernizmi ve aydınlanmayı eleştirerek aşar. Diyalektik ve tarihsel materyalist yöntem tarihi sınıf mücadelelerin tarihi olarak ele alır. Tarih çizgisel ilerlemez kesintiler ve süreklilikleri içeren spiral bir hareketle ilerler. Tarihin öznesi olarak bireyi değil toplumu, sınıfları koyar. Marx’ta ilericilik ve gericilik kavramlarının ne ifade ettiği şu cümlelerde somut görülebilir.

“Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri hâline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.”

Marx yöntemsel olarak somut olaylardan yola çıkarak soyut kavramlara ulaşır ve kavramları tekrardan somutta sınayarak gerçek olana ulaşmaya çalışır. Bu bağlamda kavramlar somut olguların ürünleridir ve tarihleri vardır. Toplumsal ve tarihsel mücadeleler içerisinde kavramlar farklı içeriklere bürünebilir. Belli bir tarihsellikte ilerici olan kavramlar, başka bir tarihsel süreçte gerici bir nitelik taşıyabilir. Marx’ın yöntemi açısından kapitalist üretim tarzı ve toplumsal formasyonu, sosyalist üretim tarzı ve toplumsal formasyonu karşısında gerici bir muhtevaya sahip olduğu gibi ilericilik de burjuvanın siyasi iktidarına karşı, geniş emekçi halk kesimlerinin iktidarını imlemektedir.

Türkiye’de gericilik-ilericilik kavramlarının siyasal görüngüsü

Geçtiğimiz günlerde HDP İstanbul Milletvekili Oya Ersoy, Meclis’te Öğretmenlik Meslek Kanunu görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada iktidara yönelik “Size neden gerici diyoruz biliyor musunuz? Çünkü sizler 500 yıl geride kalmış Osmanlı’yı, 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz. Biz kadınlar özgür olabileceğimizi öğrendik ve ne 500 yıl ne de 1500 yıl öncesine gitmeye niyetimiz yok. Götüremezsiniz” ifadeleri gericilik tartışmasına kapı araladı. İktidar temsilcileri ve iktidara yakın medya Oya Ersoy’u hedef alırken, Ersoy’un sözlerine kendi partisinden milletvekili olan Hüda Kaya ve Ömer Faruk Gergerlioğlu da tepki gösterdi. Tepki HDP tabanının İslami hassasiyetlerine vurgu yapan ve bireylerin inançlarına odaklanan bir yerden geldi. Hüda Kaya’nın “İlericilik ve gericilik ithamlarıyla Saray rejimini gericilik üzerinden vurmaya çalışma çabaları hem beyhudedir hem de sapla samanı karıştırmaktır” ifadeleri aslında sapla samanın Hüda Kaya tarafından karıştırıldığını göstermektedir. Burada gericilikle söz konusu olan AKP’nin siyasal ve toplumsal alanı İslamcılık temelinde şekillendirmesi ve dinsel politikaları topluma dayatmasına karşı verilen tepki ve adlandırmadır. Bireylerin dünya görüşleri ve inançlarıyla, İslamcılığın birlikte değerlendirilmesi asıl sapla samanın karıştırılmasıdır.

HDP’de dahil sol, sosyalist kesimlerden ciddi bir tepkinin gelmemesinin özellikle sol yelpazede gericiliğe dair nasıl bir algının yerleştiği ve güçlendiğine dair projeksiyon tutuyor. Soğuk savaş sonrası ilericilik-gericilik somutlamalarının farklı siyasal birliktelik biçimleri olarak anlam kazandığı aydınlanma, ilerleme, modernizm ve Marksizm’i iptal eden post modern paradigma bu ayrımı silikleştirdi. Modernizm eleştirisini radikallik adına pre modern bir düzlemede icra eden bu kavrayış siyasal ve toplumsal olguları zaman ve mekân bağlamından kopararak idealist bir algılayışı yeniden üretti. Bu paradigma; merkez çevre ikili üzerinden şu şekilde icra ediliyordu; Türkiye devletinin sınıflar üstü, organik bir bütün olduğu analiz ediliyor, iktidar sahipleri asker, bürokrat, zümrelerden oluşan bir elit olarak tarif ediliyor ve bunun karşısında bu devletin milli hassasiyetlerle baskıladığı kesimlerden özellikle, İslamcı kesimlerin devleti dönüştürecek ve demokratikleştirecek bir muhtevaya sahip olduğu varsayımına dayanıyordu. Siyasal tespitlerin yöntemini belirleyen temel; ülke nüfusunun yüzde doksanının Müslüman olduğuna ve değiştirilmez olduğuna dair özcü yaklaşımın kendisiydi. Sınırların silikleşerek siyasal İslamcı ideolojinin hegemonyasının güçlenmesin arka planında post modern paradigmanın önemli bir katkısının olduğu söylenebilir.

Hüda Kaya tweetinin devamında “Diğer yandan yüz elli yıl geriye gitmekle ‘ilerici’ olunuyorsa pekâlâ bin beş yüz yıl geriden de ilham alınarak daha ‘ilerici’ olunabilir” ifadesiyle sınırları silikleştiren bu paradigma içerisinden konuşuyor. Modernizmin ve aydınlanma düşüncesini bu pre modern idealist sınırları silikleştiren eleştirisi ilericilik ve gericilik bağlamında aslında farklı siyasallığı ifade eden faillerin aynı siyasal çatı altında yan yana durmaları gibi bir paradoksu da açığa çıkartmış durumda.