Bugün yine bir belge açıklayacağız. Hemen uyarayım, "aynı tas, aynı hamam" belgesi olacak. Şaşırmazsanız, bana kızmayın.

Bugün yine bir belge açıklayacağız. Hemen uyarayım, "aynı tas, aynı hamam" belgesi olacak. Şaşırmazsanız, bana kızmayın.

 

Geçen haftalarda bir akşamüzeri haberlerle boğuşurken, ikinci bir tren faciasının olduğu haberi Birgün'e ulaştı. Haberi henüz, ne ajanslar veriyordu, ne de bir haber kanalı. Hemen Doğan Ağabey'i (Tılıç) aradım ve bir tren kazasının daha olduğu haberini verdim. Olayın şokunu atlattıktan sonra şu yanıtı verdi:

"Aynı hatta mı?"

Bunu bilmiyordum.

Telefonu kapattıktan sonra bilgi geldi. Evet, kaza Tavşancıl'daydı ve önceki büyük kazayla aynı hatta olmuştu.

Haberci sarhoşluğuyla işimin başına döndüm hemen. Ama doğrusu, Doğan Ağabey'in hiçbir şey bilmeden verdiği ilk tepkinin beynime kazındığını, gece eve gidip, uykuyla boğuşmaya başlayınca anladım. Hani tren kaza yaptığı noktadan saatte 30 kilometreyle geçiyordu ya, hani tüm önlemler alınıyordu ya, hani trenlere, yönetime güvenmemek için bir nedenimiz yoktu ya… Nasıl olur da aynı hatta bir daha kaza olabileceği düşünülürdü? Bunlar beynimin sivrisinekleri oldu tüm gece.

Birgün'e geldiğim ilk günlerde, bana, gazetecinin "şaşırma" duygusunu yitirmemesi gerektiği öğüdünü veren Doğan Ağabey'in, kazanın aynı hatta olmasına "şaşırmaması" mümkün müydü? Mutlaka şaşırıyordu, isyan ediyordu ama bunu "olabilirlik" sınırlarında sayıyordu. Akılda hep takılı kalan ama pek ağızdan dökülmeyen, "Neden ders alındı ki bu ülkede" cümlesiyle gazetecilik sezgisinin birleşmesiydi onun tepkisi. "Şaşırma duygunu kaybetme" diyen Doğan Ağabey, en çok şaşırılacak şeyi ilk soru yaparak, verdiği öğüdü derse de döktü. Yine de şaşırılacak şeyin ilk olasılık olması, giderek bunda şaşırılacak bir şeyin kalmayacağının da göstergesi... Zaten gazeteci kulağına takılacak küpe de bu

sanırım: "Hep aynı pisliklere tanık olsan da şaşır!"

Bu ülkede bankalar defalarca hortumlandı ya, insanlar hep benzer yöntemlerle susturuldu ya; hapiste olması gerekenler kaçırıldı ya, aynı noktalarda tekrar tekrar kazalar yaşandı ya; hani bazen adımlar atıldı, göstermelik olmayacak dendi ya, sonra Eğitim Sen'e açılan dava gibi, ileri adımlar atacakken, "kazalara" kurban gittik ya hep birlikte... Sivrisinekler büyüdü ya beyinlerimizde... Bu sırada biz de daha az "şaşırır" olduk.

 

Gelelim, aynı tas aynı hamam belgesine. Belki kimseyi şaşırtmayacak bir belge. İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey hakkında bir rapor bu. Balıbey hakkında açılan soruşturma sonucu düzenlenen 20 Ocak 1998 tarihli müfettiş raporundaki tespitlere bakalım. Say say bitmiyor:

"Öğretmen ve yönetici atamalarıyla diğer uygulamalarda personel arasında ayrım yaparak adaletli davranmadığı; mevzuatın uygulanmasında ciddiyetten uzak keyfi hareket ettiği; görevinin sorumluluğunu idrak etmediği; eğitime katkı payı olarak öğrenci velilerinden toplanan paraların amacı doğrultusunda harcanmasını sağlamadığı; yöneticilik görevi ile bağdaşmayan bu tutumlarıyla çevresinde itibar ve güven kaybettiği; mahiyetindekileri siyasi emellerine alet ettiği; yöneticilik görevini yürütemediği; ayrıca daha önce Hatay ilinde Milli Eğitim Müdürü olarak görevinde bulunduğu sırada sahte evrak düzenlemekle bir devlet memuruna yakışmayan davranışlarıyla güvenirliğini yitirdiği anlaşıldığından, İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevinin üzerinden alınarak kendisine bir daha yöneticilik görevi verilmemesi" teklif ediliyor.

Raporun bir de mali yönü var. "Usulsüz olarak harcanan eğitime katkı payının" diğer kişilerle birlikte Balıbey'den de tahsili gerektiğine karar veriliyor.

 

Balıbey, hakkındaki bu iddiaları çürütmüş ve aklanmış olabilir. Milli Eğitim Bakanlığı'ndan soruşturduğumuza göre aftan yararlanmış. Ama bizim ilgilendiğimiz kısım bu değil. Bu raporun altında dönemin müfettişi olarak kimin imzası var, biliyor musunuz? Bugünün Personel Genel Müdürü Remzi Kaya'nın... Ne tuhaf değil mi? O gün teklif ediyor, bugün yapabilecek konumda ama kendi teklifini yerine getirmiyor. Şimdi Kaya'nın açıklama yapmasını bekliyoruz: Sudan gerekçelerle görevden alınan, mahkeme kararına karşın görevine döndürülmeyen ya da döndürülmüş gibi yapılarak yeniden görevden alınan yüzlerce eğitim emekçisiyle ilgili işlemleri yaparken, hakkında bu tespitlerde bulunduğunuz bir milli eğitim müdürüyle nasıl çalışabiliyorsunuz? Şimdi biz kime güvenelim? İdareci Remzi Kaya'ya mı, müfettiş Remzi Kaya'ya mı? Önünüze benzer tespitler yapılan başka raporlar geldiğinde ne yapıyorsunuz? Bundan böyle geçirdiği soruşturmalar nedeniyle görevden alınanlara yönelik soruşturmalara nasıl güveneceğiz?