Bu köşede defalarca yazdım... Yarınlara kalacak olanlar bu ülkenin gerçek aydınları, sanatçıları, düşünürleri olacak. Onlar, yüz yıl sonra da, bin yıl sonra da ölümsüz kalacaklar. Bugün kafamızı meşgul eden, her günümüzü çekilmez kılan, yoran, eziyet eden vasatlar sürüsü ise yok olup gidecek, hiç hatırlanmayacak. En fazla “neydi adı” falan, o da belki!

Şunu şuraya bir kere daha koyalım: Solcu olmayandan sanatçı olmaz! Bu benim için tartışmaya açık bir konu bile değildir. Yetersizler kendi aralarında tartışsınlar, ama bir faydası olmaz. Yetersizlerden yeterli bir üretim bekleyemezsiniz. Solcu emekten, işçiden, halktan yana olandır. Halkına karşı sorumludur. Sağcıdan sanatçı olur mu hiç!

***

İlhan İrem devrimci bir müzisyendi. Her zaman bir “derdi” vardı. Yeri geldi dayanamadı, bunaldı, küstü, kapattı kendini. Yeri geldi yazılar yazdı, derdini haykırdı. 2017 yılında Sözcü'den Gökmen Ulu'ya verdiği röportajda şöyle diyordu İlhan İrem:

“Her şey bambaşka ve pırıl pırıl olabilirdi. Hayatımız, sanatımız, ilişkilerimiz, sokaklarımız, doğamız, sahillerimiz, eğitim sistemimiz, siyasetimiz maalesef giderek bir batağa saplandı. Oysa yüz yıl önce geleceğin ufkuna bir gökkuşağı çizilmişti. Gerilemeyi ilerleme diye topluma zerk eden zihniyet, türlü karalamalarla gerçekleri ekseninden kaydırarak, kendi ufukları kadar bir gelecek çizmeye başladı. Güzellikler karartıldığı için insanlar yetinmeyi öğrendi. O yüzden bazı istisnalar dışında, artık bütün kavramlar sahtedir. Bu kıyamet ortamında mucizevi bir şekilde yetişen aydınlık fikirli insanlar ve onların çağdaş eserleri, çölde açan çiçekler gibi…”

***

Geçen hafta kaleme aldığım yazıda gerçek gazetecilerden ve “Cücü”lerden bahsetmiştim. Baş Cücü'ye “ben başarıyı, başarılıyı, ilkeyi, ilkeliyi seviyorum Cücü. Bunlardan yoksun olanlardan hoşlanmıyorum. Sende bu saydıklarım yok” diye seslenmiştim. Şimdi daha iyi anlıyor musunuz beni? Bir tarafta İlhan İrem'ler, bir tarafta Cücü'ler varken, Cücülerin esamesi okunur mu? Bir yanda 1999 yılında Yeni İleri'de İlhan İrem'in “Sevgili Fetuş” diye başlayan anıt gibi yazısı duruyor, diğer yanda 2010 yılında Pensilvanya'da Fetullah Gülen'i ziyareti sırasında Cücü'ye hediye edilen ve üzerinde de “Fetullah Gülen” yazan saat. Siz hangisinden yana olursunuz?

Karmakarışık duygular içindeyim. Böyle ölümler çok koyuyor bana. Oylun Davran Erdayı'nın “Gerçek Bir Sevginin Bedenini Kaybedenler İçin Requiem” başlıklı yazısı bir kez daha geliyor aklıma. Lütfen bulup okuyun. Hatta bu köşede de yayınlamıştım o yazıdan bölümleri.

İlhan İrem sadece bu yazıyla anılacak biri değil, en yakın zamanda, aydınlık günlerde, uzun uzun anarız, anacağız. Ama bugünlük İlhan İrem'in 31 Mart 2018'de Odatv'de yayınlanan "Araplaşan gölgeler" başlıklı yazısı ile bitirmek istiyorum:

“Ortadoğu'nun biçare ruh halinden çağdaş dünyaya yükselemeyenler, mecburen o coğrafyaya özeniyor şimdilerde...

Manzara tuhaf;

Bütün evrensel değerleri yöreselleştirerek kendi çıtalarına göre bir “yetinme havuzu” kurmuşlar. Özgürlük, din, yurtseverlik gibi bütün kavramları kendi ölçekleri ile yorumladıkları bir dünya yaratmışlar. Muhalefet kavramını tamamen unutarak, öylesine bir biat ümmeti oluşturmuşlar ki, onlara uymayan bütün düşünce ve yaklaşımları yok sayıyorlar. Dahası linç ve karalama kampanyasına başlıyorlar. Onlardan farklı düşünen, farklı konuşan kim varsa, hemen “vatan haini, dış güçlerden, terörden yana” diye yaftalıyorlar. Bu yaklaşım, gerçekçi ve sağlam olmadığını bildikleri tezlerini inanılır kılmak için, özünde vicdan ve sevgi olmayan bir korunma yöntemi.

***

Suyu dalgalandırdığınızda toplu olarak aynı yöne hareketlenen balıklara benziyorlar. Her şeyin sürekli bulanık olması çıkarlarına olan muktedirler tarafından yönetiliyorlar. Küçük balıkların kendilerini büyük bir idealin parçası olarak hissedecekleri karanlık sularda yaşıyorlar. Karasularının kıyısından bile geçmeyen, asla erişemeyecekleri, farklı alemlerin anlatımlarına dahi saldırıyorlar.

Bütün ulusal değerleri yabancılara satılmış bir coğrafyada bağımsızlıktan bahseden şuursuzlar ve içinde merhamet kırıntısı taşımayıp, “mazlumların umudu” olduklarından dem vuran yalancı çobanlar tarafından efsunlanmış kalabalıkların kısır döngüsü sürüp gidecek...

Ta ki;

Çökük imparatorluk takıntılı kötücüllerin masallarından uyanarak, karanlık suların ve çöllerin ötesindeki ışıltılı mavilikleri görebildikleri günlere kadar.

Işık ve sevgiyle...”