Karikatürcüler Derneği’nin 1 Nisan yemeklerinden biri daha yapılıyordu. Gecenin sahne trafiği -sunuculuk- görevini üstlenmiş olmanın

Karikatürcüler Derneği’nin 1 Nisan yemeklerinden biri daha yapılıyordu. Gecenin sahne trafiği -sunuculuk- görevini üstlenmiş olmanın sıkıntısıyla dernek başkanı Metin Peker’e “İlhan Ağabey’den vazgeçelim” dedim:
-Baksana herkes kendi havasında, ayıp olacak!
İlhan Selçuk toplantıda bir konuşma yapacaktı. Ancak gece erken başladığından karikatürcülerin masalarında espri bombaları patlıyor, her masada ayrı kahkaha fırtınası esiyordu.
Bu ortamda hiç kimsenin konuşanı dinleyecek hali kalmamıştı. Zaten mikrofona gelenleri sahnenin önündeki küçük bir topluluk duyup dinleyebiliyordu.
Uzatmayayım İlhan Selçuk’u anons ettim, sahneye geldi. Gürültü azaldı, ama kesilmedi. Yeniden eski temposuna ulaşmaya da meyilli görünüyordu.
Kendisinden önce mikrofona gelenlerin aksine İlhan Ağabey, son derece düşük bir sesle yavaş yavaş konuşmasına başladı:
-Beni mikrofona çağırdınız ama görüyorum ki, burada bulunanların kimseyi dinleyecek hali yok!
ANKARA’YI HEP RAHATSIZ ETTİ
Bu ince eleştiri, önce ön masaları etkiledi, sonra dalga dalga arkaya doğru yayıldı… Armada Otel’in büyük salonunda sessiz bir rüzgâr esti. Herkes sustu, elindeki çatalı bıçağı bıraktı, yüzünü sahneye doğru döndü!
İlhan Selçuk yumuşak sesiyle konuşmaya başladı:
-Belki inanmayacaksınız ama bir zamanlar ben de gençtim!
Salonda geniş bir tebessüm oluştu.
İlhan Ağabey henüz 21 yaşındayken İstanbul Cumhuriyet Savcısı tarafından makama davet edildiğini, o zamanlar yayımladığı Dolmuş Dergisi’nin Ankara’yı rahatsız ettiğini kendisine kibar bir dille bildirildiğini anlattı.
İlk iki cümlede İlhan Selçuk farkını ortaya koymuştu.
Yüksek sesle konuşmazdı hiçbir zaman, ama kendisini mutlaka dinletirdi.
Cumhuriyet gazetesi 300-500 bin tirajlara ulaşmadan Türkiye’yi nasıl etkiliyorsa İlhan Selçuk da ikinci sayfasındaki Pencere Köşesi’nde Türkiye’yi öyle etkiliyordu.
İlhan Ağabey her dönemde Ankara’yı “rahatsız” etti!
Çünkü görüyordu, hissediyordu ve yazıyordu. Konuşurken nasıl sesini yükseltmezse, yazarken de kaba biçimde hakaret, küfür, aşağılama ifadelerine yer vermezdi.
Hani bazı köşe olmuş yazarlar vardır ya, kazancıyla mesleğini küfür, hakaret, iftira eksenine oturtup her gün “vatan haini, alçak, namussuz” gibi sıfatlarla bezediği “küfürnameleri” makale niyetine okurlarına sunarlar. İlhan Selçuk onların tam karşısında yer alırdı.
Ancak eleştirileri herkesten fazla etki yaratırdı.
Hep muhalif pozisyonunu korudu.
İŞKENCEDE AKROSTİŞ
12 Mart ve 12 Eylül askeri dikta zamanlarında mağdur oldu.
Hele 12 Mart 1971’de ünlü Ziverbey İşkence Köşkü’nden geçmesi akıllardan çıkmaz. Orada kendi el yazısıyla yazdırdıkları ifadelerini yıllar sonra Nazlı Ilıcak sahibi olduğu Tercüman gazetesinde yayımlayıp, İlhan Selçuk’u “madara” etmek istedi.
Ertesi gün İlhan Selçuk köşesinde işkence altındayken bile ne kadar zeki ve direngen olduğunu, Ilıcak’ın yayımladığı ifadeleri üzerinden ortaya koydu. Akrostiş yöntemiyle yazmıştı bu ifadeleri. Cümlelerin baş harflerini yan yana getirince şu saklı ifade ortaya çıkıyordu:
-B-A-S-K-I  A-L-T-I-N-D-A-Y-I-M. İ-Ş-K-E-N-C-E  G-Ö-R-Ü-Y-O-R-U-M.
Tabii Tercüman ve Nazlı Ilıcak istediğinin tam tersi bir sonuca ulaşmışlardı.
İlhan Selçuk dinlenilen adamdı!
Tek başına parti etkisine sahipti.
Cumhuriyet’te odasında her zaman ülkenin etkili ve yetkili kişilerden oluşan ziyaretçileri eksik olmazdı. Kimi zaman ünlü edebiyatçı, şair, yazarlar gelirlerdi, kimi zaman belediye başkanları, bakanlar başbakanlar, ordu ve kuvvet komutanları…
Sağ kesimden bu yüzden sıklıkla şöyle eleştiriler yükselirdi:
-Bu ülkeyi İlhan Selçuk yönetiyor!
İlhan Ağabeyin karizması bu yargıyı güçlendiriyordu. Kendisi böyle bir şeyin doğru olmadığını ara sıra satır aralarında yazardı.
Ancak tartışılmaz bir doğru vardı:
-İlhan Selçuk her zaman kendini dinleten adam oldu!