Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman, 17-25 Aralık için “FETÖ soruşturmalarında toptan bir kriter değil” demiş. Yani, 17-25 Aralık’ın MİLAT olmadığını söylemiş. Sorumluluk, bu tarihten öncesine uzanır diye yorum getirmiş.

Peki, nedir bu tarihin öncesi? FETÖ, bu tarihten önce nerede / kiminle / neler yapıyordu?

Başlık, yanıtlardan birini veriyor elbette. Ergenekon, Poyraz, OdaTV derken.. 17-25 Aralık’tan çok çok önce Türkiye kumpaslarla altüst oluyordu. Aralarında İlhan Selçuk’un olduğu çok sayıda sivil, asker, gazeteci akıldışı iddialarla içeri atılıyordu.

Bütün bu kumpasların arkasında FETÖ olduğunu bilmeyen var mıydı acaba? Ya da o sırada AKP iktidarının, bizzat Erdoğan’ın desteğinden kuşku duyan var mıydı?

Yazmaya başladığım anılarımda, o yıllar... Mehmet Ali Birand yönetimindeki Kanal D Haber’de başıma gelenler... FETÖ kumpasına sessiz kalmadığım için (çıkış kapısı zannettikleri CNN TÜRK ve Medya Mahallesi programına) Kanal D Haber’den sürülmem.. Oynanan oyunun ta o zamanlardan ne kadar açık ve anlaşılır olduğunu gösteriyor. Yazdığım zaman görülüyor.

Anlayacağınız, kimsenin “biz anlamamıştık, bilmiyorduk” deme hakkı yok.

Olayın sadece FETÖ ile bağlantılı olduğunu, iktidarın “kandığını / kandırıldığını” düşünmenin deme hakkı ise hiç hiç hiç yok!

Ben, en azından dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’in bu meseleyi Erdoğan’a rapor ettiğini biliyorum. Yazdım da..

•••

Sadece Başsavcının sözleri değil..

Gezi’deki FETÖ provokasyonunu bile bile, Osman Kavala’yı “organizatör” falan ilan etmeleri.. Hiçbir mantığa sığmayan, zaten delili olmayan iddialarla içeri atmaları da değil..

Bu yazının nedeni, hepsi ve bir fotoğraf.

Yerli otomobil için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelip poz veren BABAYİĞİTLER!!!

Sermayenin iktidarı desteklemesinden daha doğal bir şey olamaz elbette. Hele, gelir dağılımı yoksullar aleyhine tamir edilmesi güç biçimde bozulurken sermaye kârına kâr katmışken..

Sermayenin dini, ahlâkı da olmaz.

Peki!

Yine de, o fotoğrafta yer alan bir isim, İnan Kıraç için iki çift laf etmek istiyorum.

Zira kendileri sadece işadamı, holding sahibi, Koç’un damadı değildir. Bir zamanlar Cumhuriyet (Gazetesi) Vakfı yöneticiliği de yapmış.. Yani, mesleğimize şu ya da bu biçimde katkı sunmuş bir kişidir. Vakıf’taki yönetici dostlarından biri, Ergenekon davasında Silivri’ye tıkılmış, tecrite mahkûm edilmiş Mustafa Balbay’dır.

Kendisi de o sıralarda hedefte değil miydi, hatırlasanıza!

Hatta Fehmi Koru ve Avni Özgürel “EJDER” kod adıyla anıp, üzerine yazılar yazmamış mıydı! Küresel düzeyde vahim suçlamalar getirmemişler miydi! Yaylım ateşine tutmamışlar mıydı!

O sırada İnan Kıraç, damadı olduğu Koçlar sayesinde mi kurtuldu, bilmiyorum. Kurtulmuş.

FETÖ / AKP ortak prodüksiyonu kumpasların odak noktasındaki Cumhuriyet’teki görevine de devam etmiş.

Sevgili dostu Mustafa Balbay Silivri’de yatarken..

İlhan Selçuk hastanede ölmeye yatmışken..

•••

Gözaltındayken kalp rahatsızlığı geçirip hastaneye kaldırılmıştı. By Pass ameliyatı oldu.. Daha sonra felç geçirdi.. Yoğun bakıma alındı.. Aylarca orada kaldı.

Ölümünden bir süre önce telefonda konuşmuştuk. Medya Mahallesi programına telefonla katılıp katılamayacağını sormuştum. “Olabilir” demişti, “durumum elverirse..”

Akla, bırakın ölümü, hastaneyi getirmeyen son derece kibar, sağlıklı bir konuşma gibiydi.

Oysa daha sonra bilenlerden, özellikle sevgili Miyase İlknur’dan dinlediklerim bambaşkaydı.

İlhan Selçuk öleceğini biliyordu. Daha doğrusu bunu “diliyordu”. Mahkemede kendisini savunamadan, hakkındaki hem temelsiz hem de “aşağılık” iddialar hakkında iki söz söyleyemeden de öldü! Hakkında “Ergenekon Terör Örgütü yöneticiliği” iddiasıyla hazırlanan dosya da dürülüp kaldırıldı.

•••

Cumhuriyet Gazetesi şimdi bir başka kumpasın odak noktasında. Bu kez Cumhuriyetçiler FETÖ yandaşlığı, hatta daha da ileri gidip “FETÖ Terör Örgütü yöneticileri” olmakla falan suçlanıyor.

Haklarını pek çok kişi teslim etti. Ben de edeyim. Yandaş kimi kalemler bile gidilip mahkemede “Bu arkadaşlarımızın terör örgütü ile ilgisi olduğuna inanmıyorum” diye ifade verdi.

Ya İnan Kıraç Bey ne yaptı?

Mahkemeye gitti. “Artık Cumhuriyet okumadığını” beyan etti. Yayın politikasını doğru bulmadığını kimbilir kaçıncı kez açıkladı. Hakkıdır, olabilir.

Ama..

Tutuklu tutuksuz Cumhuriyet yöneticileri ve yazarlarına bakıp da “Evet, biz Cumhuriyet Vakfı’nda bir anlaşmazlık yaşadık. Ama bu insanları ‘terör örgütü’ suçlamasıyla yargılayamazsınız, hapse atamazsınız” demedi, diyemedi.

Çok değil, sadece iki ay sonra İnan Kıraç’ı Erdoğan’la birlikte poz verirken gördük. Yerli otomobili yapacak babayiğitlerden biri olarak.

Geçmiş belli ki çoktan geçip gitmişti.

Erdoğan o geçmişin üzerine çektiği karanlık süngerle belli ki her şeyi unutturmuştu.

Kumpaslardaki payını... Ya da hadi kendi deyimiyle söyleyelim “aldanışını”... İlhan Selçuk’un kendisini savunamadan ölmesini... Çekilen onca acıyı... Bugün yaşananları...

Osman Kavala’nın cezaevinde sessizliğe / unutulmuşluğa / çürümeye terk edilmek istenmesi...

Marx’ın sözleriyle, “burjuvazi pek çok değeri bencil hesapların buzlu sularında boğar, boğmuştur”.

Dolayısıyla şaşıracak bir şey yok.

İnan Kıraç’ın tutumuna ve RTE ile hizalanmasına da.. Aydın Doğan’ın “gazeteci değil işadamı olduğunu keşfetmesine” de... Daha birçok şeye de şaşacak değiliz.

Yine de, ERDOĞAN VE BABAYİĞİTLERİ fotoğrafına bakınca iki kelam etmek istedim. Görüşlerine yakın olmasam da İlhan Selçuk’u yâd etmek istedim. Yine, kimilerinin görüşlerine yakın olmasam da Cumhuriyet Gazetesi’nin tutuklu / tutuksuz sanıklarına bir selam göndermek istedim.

Tarih sizi de yazacak.

İnan Kıraçları.. Sarraf davasından neden / nasıl korktukları artık apaçık ortaya çıkan iktidar ortaklarını da...