İlişkinin matematiğine giriş yaptığımız zaman karşımıza sadece insanlar arası ilişkiler çıkmayacak. Bizim hayatla, düzenle, sanatla, erkle, patriarki ile kurduğumuz ilişki de önemli. Bu ilişkilerin de eşitliği, lineerliği, süreğenliği kritik.

İlişkilerin geometrisi

Nesli Zağlı

İlişkiye ve ilişkiselliğe, çok da hâkim olmadığım matematiğin gözüyle bakmaya çalışmak benim için de yeni sayılabilecek bir deneyim olacak. Ancak yeni olmayan bir konu var ki; o da insan ilişkilerine dair biriktirdiklerim. Çok net olarak biliyoruz ki biyolojik doğum zaten insan yavrusunu bir ilişkiler matrisinin içine atıyor. Burada ilginç bir nokta İngilizce “matrix” teriminin Türkçe karşılığının anatomik terminolojide rahim, dölyatağı kelimelerine karşılık gelmesi. Doğumdan önce bile anne karnında, anneyle doğmamış bebek arasında birtakım ilişkiler kurulduğu düşünülürse, matrise düştüğümüz andan itibaren bir ilişkisellik içindeyiz. Hele de doğum sonrasında bu etkileşim en üst noktaya kadar çıkıyor. Çünkü insan canlısı doğumundan sonra bir bakımvereni olmadan beslenmeye ve varlığını sürdürmeye hazır değil. Bu anlamda özellikle yaşamın ilk yıllarında anne-çocuk ilişkisi lineer değil. Bakımverenin daha çok verdiği, insan yavrusunun da türlü beceriler üstünde çalışıp, anneyi kendine bağlama çabaları verdiği bir dönem.

Bu ikili ve ağırlıklı olarak tek yönlü ilişkinin çok doğrusal olduğunu söylemek pek mümkün değil. Çünkü, 3’üncü kişiler var; baba, kardeş, anneanne, bakıcı, teyze, hala vb. Bu nedenle bebek safça bir düzeyde anne için ilk ve tek olduğuna inanmak istese de bu ikiliyi destekleyen gölge figürler var. Bu nedenle de ilk günden itibaren “biricik” sanılan ilişki birtakım üçgenlerin bir parçası. Bu masum “tek eşlilik” beklentisi size niye çağrıştırdı bilemiyorum ama üçgenler bana yetişkin hayattaki ilişki dışı ilişkileri hatırlattı.

Bir çocuğun ilk yıllarından okulöncesi döneme kadar geçen dönem “ötekilerle” tanışma, savaşma, belki de uzlaşma. Üçgenleri, beşgenleri, sekizgenleri biraz da içimiz burkula burkula fark ettiğimiz dönem. Biricik bakımveren için ise “biricik” olamamanın ağrısı ve sızısı. Okul dönemi başladığında ise çocuk artık hiç de “özellikli” bir canlı olmadığını keşfedecektir. Kendi denk ve lineer ilişkilerini kurmaya başlayacaktır. İçine doğmadığı ancak kendi yönelimiyle saptadığı ilişki koordinatları. Bu ilişkiler tatlı, masum, çocuksu olsa da ortada bazı eşitliksiz ilişkiler de vardır: Öğretmenler. Okul, bir çocuğun kurumlarla kurduğu ilk ilişkiyi öğretmenler üzerinden çok kenarlı bir hale getirir. Bu yüzden öğretmenler önemlidir. Bizler psikoterapide bilhassa ilk kurumsal ilişki temasını temsil eden öğretmenleri sorgularız. Çocukluk çağının ilişkilenmelerine sadece okul değil; kuzen, akraba, mahalle çocukları da dahil olur. Çocuklukta güldüğümüz, hoplayıp zıpladığımız, hediyeler aldığımız, taciz edildiğimiz, akran zorbalığına maruz kaldığımız, cinsel keşif oyunları oynadığımız onlarca insan. Artık tam anlamıyla çoğunu kendi oluşturduğumuz bir ilişki matrisinin içindeyiz.

Üçgenlerin yerini çokgenlerin almaya başladığı çocukluk döneminden ergenliğe -kimisi için uysal, kimisi için haşin- geçerken hemen hemen herkes aile içinde veya dışında ilk ilişki örselenmelerini yaşar. Bazısı bu eşitsiz ilişkilerin artmasından o kadar incinir ki içe dönmeyi ve olabildiği kadar ilişkisizliği tercih eder. Ancak unutulmamalıdır ki ilişkisizlik de bir ilişki kurma halidir. Örneğin, bugün ülke gündeminin fişini çekip yaşamak isteyen genç ve erişkinler sistemle kaçınmacı bir ilişki kurmaktadır. Bu kaçınmanın bedeli de aslında kaybedilmiş inanç ve umudu içe alıp yoksunlaşmaktır. Kısacası, eşit hakka ve güce sahip olmadığımız, bir taraf olarak yer alamadığımız ilişkiler lineer değildir ve bizi her daim örseler. İşte kendiliğini bulmaya çalışan gençler de hem yoğun bir ilişki ihtiyacı duyacak hem de kırılıp dökülmekten, umutlarını kaybetmekten korkacaktır. Bu nedenle gençlerin çok kenarlı sosyal ağlara, daha az kenarlı yakın ve güvenilir bağlara ve kurumlar ve sistemlerle kurduğu ilişkilerin eşitlikçi olmasına ihtiyaçları var.

Yetişkinlik hayatının matematiği epey kötü. Biricik olmak istediğimiz ilişkilere ihtiyacımız devam ediyor. Ama yetişkin hayatı tüm sorumluluk ve zorunluluklarıyla o kadar yorucu ki çevremizden birini özel hissettirmeye çalışmak, fazla mesai tadı verebiliyor. Bazılarımız geniş bir ağ içinde var olmayı arzularken bazılarımız da küçük doğrusal veya en fazla üçgensel bağlar kurmaya meyilli. Dostluk, evlilik ve aşkın özgül ağırlığı artıyor. Bu noktadaki en büyük ihtiyaçlardan biri de aşk. Aşk ilişki matrisi içinde hem çok boyutlu hem de bir nokta kadar boyutsuz hale gelebiliyor. Aşk ilişkisi, aynı anne ile kurulan ilişki gibi hem doğrusal hem de eşitliksiz olsun isteniyor. Tüm kaynakların yatırıldığı ama öz kaynağın hiç çekilmediği. Bu doğrusal rüyaya bir üçüncü girdiği zaman da mertlik bozuluyor. Şimdi hangi köşe, hangi köşeyi neyle besleyecek? Bu ölümcül üçgenin iç açıları toplamı kaç olacak? Aşk ne kadar basit bir matematik ise aldatma da çiftler için o kadar ileri düzey matematik gerektiriyor. Çiftler o biricikliğin kaybedildiği denklemden kolay kolay çıkılamıyor.

Evlilik hayatının da çokgenleri var. Çocukların ağırlık merkezi olduğu, kadın ve erkek olarak çiftlerin olduğu; iki tarafın da geniş ailelerinin merkez olduğu. Aslında tüm denklemler de buna göre kuruluyor. Ağırlık merkezi çocuk olunca, çiftlerin doğrusal ilişkisi zayıflıyor ve ebeveyn rollerine tüm yatırımı yapıyorlar. Eğer ebeveynler kendi kadın ve erkekliklerini ön planda tutuyorsa ikili ilişkinin etki gücü artıyor. Ancak çocuklar anne ve baba sürecini yaşarken bir seyirci durumuna düşerek üçgen dışı kalıyor. Geniş aile mevzusu ise biraz zorlayıcı çünkü içinde yaşadığımız coğrafyada her aile kendi dinamiklerini gençlerin evliliğine katıp çoğunlukla dinamitliyorlar. Bu noktada makbul olan ilişkiler, kaç kenarlı olursa olsun eşkenar ilişkiler kurmak önemli.

İlişkinin matematiğine giriş yaptığımız zaman karşımıza sadece insanlar arası ilişkiler çıkmayacak. Bizim hayatla, düzenle, sanatla, erkle, patriarki ile kurduğumuz ilişki de önemli. Bu ilişkilerin de eşitliği, lineerliği, süreğenliği kritik. İnsan yaşamına baktığımız zaman; insanın devletle, bürokrasiyle, hukukla yaşadığı dengesiz ilişkilerin farkına varabiliyoruz. Aslında insanlarla ne kadar temas etmek istiyorsak, üst sistemlerle de bizim biricikliğimizi gözeten bir bağ kurmak istiyoruz. Evde ve aile hayatının sorumluluklarının, ayrıcalıklarının, kurallarının hakça dağıtıldığını görmek istiyoruz. Sağlığımız, tokluğumuz, ihtiyaçlarımız erk sahiplerine görünür olsun istiyoruz. Tıpkı bir insan ilişkisindeki gibi. Keşke tüm ilişkilerimiz sanatla kurduğumuz ilişki gibi lineer ve değer katıcı olsa. Tüm ilişkilerde bizim anneyi kendimize bağlama çabalarımızın (elini tutma, gülümseme, uzun uzun seyretme); bir karşılığı, bir sonsuz denklik ve süreklilik karşılığı olsa. İlişkisiz yaşayamaz insan canlısı, keşke ilişki içinde de yaşayamaz, kıvranır hale gelmese. İnsana, sanata, özgürlüğe, eşitliğe ve karşılıklılığa temas edebilmek bayram bize.