Şair Hasan Hüseyin Yalvaç, “Şiirle, öyküyle, romanla aile geçindirmiyoruz ki! Çok ilginçtir, ailemizle birlikte şiiri, öyküyü, romanı da geçindirmek için iş bulup çalışıyoruz” diyor

‘İlk kitabımda inşaatlara taşıdığım harcın teri var’

Kadir İncesu

Edebiyatı yaşamının her anında derinden hissederek yaşayanlardan Hasan Hüseyin Yalvaç. Yaşam şartlarının ağırlığı malum. Yalvaç, bu ağırlığı gerçek anlamıyla hissedenlerden. Yaşadığı onca ekonomik sıkıntıya karşın edebiyat onun için hep kurtuluş kapısı olmuş. Sürekli üretmiş, üretmek de onu mutlu etmiş.

Yalvaç’ı yakından tanıyanlar parasını gözünü kırpmadan, hiç düşünmeden kitaba, dergiye verdiğini bilir. Evine yürüyerek gidecek, öğle yemeğinde bir şey yiyemeyecek olsa bile.

Sanki dünyaya yalnızca yazmak ve okumak için gelmiş gibidir. Hayatı sözcükler üzerine kuruludur. Son dönemlerde yaşadığı sağlık sorunları da bu tutkusunu engelleyememiş. Kendisini her güzelliğe tutkun, ‘Kaba kuvvete bıçak çeken’, ‘Geleceğin Ozanı’, ‘Sevginin Evliya Çelebisi’ olarak ifade ediyor,

“Ve ben sürekli hüznü taşıdım / mutluluğu aktarabilmek için yarınlara” dizeleriyle de yönünü, yolunu çok net gösteriyor. Geçen aylarda Göl Kitap Yayıncılık tarafından ‘Her Güne Bir Şiir’ adlı kitabı yayımlanan Yalvaç ile şiir üzerine söyleştik.

»Şiir bilinçli tercihiniz miydi?
Bilinçli bir tercih değil ama sanatsal olarak orada yüzmeye başlamışım ve bu güne kadar ihanet etmemişiz birbirimize. Belki görünürdeki kolaylığı da etkilemiş olabilir. Öyküm yayımlansaydı sanatsal tercihim nasıl olurdu? Düşünmek gerek. Sonuç olarak bu gün sürdürüyorsam, bu seçimin bilinçli olduğunu gösteriyor genel edebiyat anlamında. Süreç içerisinde edebiyatın her dalıyla ilişkiniz olduğundan, sanat anlamında tercihin hangi yönde olursa olsun tartışmasız bilinç içeriklidir. Aslında bu bilinçli seçim olmazsa sanatın değerini de göremez, pratiğe aktaramazsınız.

»19 şiirin yer aldığı ilk kitabınız ‘Goca Goca Daşlar’ yayımlandığında 19 yaşındaymışsınız. Özel bir tercih miydi bu durum?
Çok acılar çektiğimizden mizah da çoktur yaşamımızda. Kötülerin kafasına atmak istediğim ‘Goca Goca Daşlar’ı ilk kitabıma isim yaptım. İyi ki de yapmışım, daha ilk kitaptan başlayarak tarafımı belirlemişim. Sanat bir ifade biçimidir. İfade biçimimi adlandırmışım. Büyük emekle çıktı o kitap, bir miktar peşin, ayda elli lira taksitle. Bornova’da Aydın Usta’nın Atlas Matbaası’nda basıldı. Onun her sözcüğünde inşaatlara taşıdığım harcın teri var. Söylediğin ise salt rastlantı. Bu güne kadar hiç dikkat etmemişim demek ki.

»’Goca Goca Daşlar’ı yayımlarken hayalleriniz neydi?
İlk kitabımı yayımlarken, birçok yazarı, şairi tanıyordum ayrıca da çoklarını okumuştum. Onlar gibi olmak istediğim kesin. Bir şair olarak bilinmek ve tanınmak. Olabilecek miydim? Bu soruya yanıt vermek için de kitabının olması gerekiyor. Bu tür düşüncelerle yayımlandı ‘Goca Goca Daşlar.’ Elbette ilk hedef yaptığın, yapmak istediğin sanatın yetkin bir adı olmak. Bunu başarabilmenin yolu da tartışmasız kendini tüm alanlarda yetiştirmek.

»Şair için önemli olan ne? Okunmak mı, kitabının çok satması mı, anlaşılmak mı?
Okunma değil okuma olarak söze gireyim istersen? Okumanın tartışılma şansı yok. Üstelik şair için şiir okumanın tartışılmaması gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca kendimden hareketle söylüyorum: şiir okuyan her şair yeni bir şiiri yazmaya başlar. Şiirin şiiri çağırdığına inanıyorum ayrıca imge içindeki şiir sözcükleri şair belleğinde daha çabuk iz bırakır. Şiir poetikana bağlı olarak anlaşılmayı ve bu eylemin büyük boyutlara varması için de çok okunmak ve çok satmasını isteyebilirsin doğal olarak. Genetiksel bir duygunun, egonun da isteğidir bunlar. Bunlar salt istemekle olmuyor, istem içindeki duruşuna bağlı şeyler. Kapitalizme karşı kavgan yoksa onlara tabi isen okumana gerek kalmadan bile okunabilir, kitapların çok satar ve sen de onların istediği anlamda anlaşılırsın.

»Şiir işçiliğini salt masa başına indirmeyi neden yanlış buluyorsunuz?
Yaratılma sürecindeki ruhunu kaybetmiş bir şiiri masa başında diriltemezsiniz. Çok teknik şiir var mıdır, bilmiyorum? Varsa, masa başı işçiliğinden o çıkabilir. Şiir işçiliğinin masa başına taşınmasından yana değilim ama şiirin işçiliği olmaz da demek değildir bu düşüncem. Şiirimi kafamda dolandırırken, yapılması gereken işçiliği zaten yapıyorum. İşçiliklerdeki farklılıkları da unutmamak gerekir elbet.

»Şairin okura ulaşamamasının nedenleri üzerine neler söylemek istersiniz?
İstersen tersten başlayalım. Birincisi okur şaire neden ulaşmıyor? Ulaşması için hangi koşullar gerekli? Adı sanı bilinene mi, yoksa bildirilene mi ulaşmalı okur? Okurun şiir bilgisi ne kadarsa şair seçimi de o kadardır. Şairin okura ulaşmasında da koşullar var. Öncelikle iyi şiir yazmalı, yayınlatmalı. Okurla buluşmak için imza günleri gibi bir etkinliğin, her zaman içinde olmalı. Ayıp dememeli o imza günlerini kendi yaratmalı. Yaşamın iyi/kötü, güzel/çirkin kavgasında yer alıyor edebiyat da. Sanatı kavganın içine dahil ederseniz yaşam adına, sanat adına iyi bir şey yapmış olursunuz.

»Sanatçının kişiliğiyle yaratısı arasında bağ olmalı mı? Bu önemli mi?
Yaratısı kimliksiz olacaksa söylenecek söz, yanıt yok sorunuz için. Bunu her zaman her yerde savunurum: Sanat sanatçının izlerini taşımak zorunda. Düşünen, canlı olan sanatçıdır. Sanat sanatçının yaratısıdır. O nedenle sanat imler, anlatmaz gibi safsataların bir anlamı yok. İmleyenin çözümlenebilmesi için, alıcının birikimi çok önemli. Burada başka bir tartışma devreye giriyor; veren ve alanın kültür düzeyi. Anlatılanı alan alıcı, imleneni başka alanlara da taşıyabilir birikimine bağlı olarak. Sanatçının düşüncesi, vermek istediği önemli ve bu önemin yaşamda yer bulması için de sanatçının özel bir çabası gerekir.

»Geçindirmeniz gereken aileniz var. Bu zor koşullarda şiir, yaşamınızın neresinde?
Şiirle, öyküyle, romanla aile geçindirmiyoruz ki! Çok ilginçtir, ailemizle birlikte şiiri, öyküyü, romanı da geçindirmek için iş bulup çalışıyoruz. Edebiyatla uğraşanların önemli/büyük bir kütüphanesi olmak zorunda. Günlük gazeteleri, aylık sanat dergilerini izlemek para isteyen işler. Bu nedenle edebiyatçılarımızın yüzde 90’dan fazlası bu noktada. Gönül yazdıklarımızla geçinelim isterdi. Bu koşullarda olanaksız. Yazdıklarıyla geçinen (onların nerede durduğu da önemli) kaç kişi sayabiliriz. Seksen milyonluk ülkemizde elli kişi var mı acaba? Bu olanaksızlıklara rağmen şiir ve sanat yaşamımızın merkezindedir.