Atina’da ilk laiklik mücadelesini Sokrates verdi.

Anadolu’da ilk laik düşünceyi Aleviler savundu. İlk laiklik mücadelesini onlar verdi. Ortodoks dinler vahiy temelliydi. Akla ve insana ve haklarına önem vermezler. Vahiy temelli din için egemenlik gökyüzündedir. Gökyüzü egemenliğin yeryüzündeki temsilcisi ise din devleti ve onun halifesidir, kralıdır ya da sultanıdır.

Alevilik ise bu vahiy temelli dine ve egemenliği gökyüzüne çıkaran dogmalara itirazın ve egemenliği yeryüzünde insanın kalbine indiren öğretinin ve felsefenin adıdır. O nedenle tanrı-insan ve gökyüzü-yeryüzü egemenlik mücadelesinde, insanı ve yeryüzünü seçmiştir.

Söz konusu laiklik ise, Alevilik ve Aleviler gerçeği göz ardı edilemez.

Aleviler için laiklik serüveni, ne 1905 Fransası’nda, ne 1920 Türkiyesi’nde başlamamıştır.

Selçuklu’dan günümüze Osmanlı ve Cumhuriyet devletlerindeki, din-devlet ilişkileri incelendiğinde, Alevilerin bu dönemlerde ilk laiklik düşüncesinin savunucuları olduğu ve teokrasinin vazgeçilmezi olan din devletlerine itiraz ederek, bu devletleri “bozuk düzen” diye tanımladıklarına tanık olursunuz.

Türkiye’de laik düşünce ve laik bir toplumsal damar halen diri ve canlı duruyorsa bu tarihsel birikim ve tecrübe göz ardı edilemez.

Alevi tarihine, yaşam tarzına ve düşüncelerine bakılmaksızın, bunca gerici kuşatmaya rağmen, laik damarın, bu topraklarda neden halen canlı attığını anlayamayız. Aleviliği “mezhepçilik” ya da “din” tartışması içine sıkıştırarak yaklaşanlar ise, egemen siyasetin tuzağına düşer ve onun sözcülüğünü yapar. Ama Aleviliği anlayamaz!

“Laikliğin sigortası Alevilerdir” sözü her ne kadar Alevileri kendilerine siper edinmiş, ama söz konusu Alevilerin hak ve talepleri olunca gıkı çıkmayan kesimlerce dile getirilse de, Aleviler laiktir. Çünkü laiklik, henüz kavram olarak yer yüzünde telaffuz edilmeden, bu kadim topraklarda, en eski laik yaşam ve laik düşünceye sahip kesimlerin başında Alevilik ve Aleviler gelir.

Aleviliğin öğretisi, devletin din üzerinde örgütlenmesine ve hükmetmesine itiraz eder. 12. Yüzyıldan günümüze bu itiraz kesintisiz sürmektedir. “Laikliğin sigortası” olan Aleviler, şeyhülislam fermanlarında “katli vacip” edilip, Alevilerin Osmanlı’da ve cumhuriyet döneminde sigortalarının attırılmasının arkasındaki sebep, teokrasiye karşı, laik düşünceleridir. Yani; Alevilerin çektikleri zulmün, yaşadıkları katliamların, uğradıkları ayrımcılıkların maruz kaldıkları asimilasyonun arkasında yatan asıl neden, laiklikten yana dünya özlemleridir.

Alevilik egemenliği yeryüzüne, insana indirir

Osmanlı’da ki din despotizmine dayalı ve inanç özgürlüğünü yok sayan mezhepçi halifelikler, cumhuriyet döneminde kısmen açılmış gibi olsa da, tam bir laik yaşam, laik düzen ve laik siyaset kavuşmuş değildir.

Aleviler, dinselleştirilmiş devlete, kendilerine “Tanrının yeryüzündeki temsilcisi” yetkisi veren halifelere karşı 12. yüzyıldan beri isyandadır.

Alevilik, laik yaşam anlayışıyla, Allah ile aldatan dinsel dogmatizme karşıdır. Alevi aşık ozanlarının, Osmanlı Devleti’ne ve devletleşen dine anlayışına yönelik edebi eserleri ve düşünsel eleştirileri incelendiğinde, ilk laiklik nüvelerinin asırlar öncesi ekildiği görülür.

Alevilere ve Aleviliğe karşı önyargılı bazı kesimler, “Alevilik’de sonuç olarak inançtır” laik hareket olamaz diyenler, asırlardır laik yaşam ve laik düşünce için bedel ödeyen Alevileri ve bir bilgelik felsefi inanç olan Aleviliğin akıl temelli inancını, hurafeler, dogmalar ve vahiy temelli Ortodoks din anlayışlarıyla mukayese etmek suretiyle, Alevilere haksızlık yapıyorlar.

Alevilik öğretisi laik öğretidir.

Alevilerin laik yaşam ve laik düşünceden yana olmasının nedeni, Alevi öğretisinden kaynaklıdır.

Alevilik öğretisine göre “dava insanlık davasıdır.”

Keramet yani yaratıcılık ise akıldadır. 13. Yüzyılda Bektaşilik “Her ne ararsan kendinde (insanda) ara” diyerek, kerametin “Taç’da, Hâc’da değil, başta (akılda)” olduğunu öğütler.

Laiklik düşüncesini, Alevi öğretisinin merkezine koyan bu insan ve akıl temelli düşünce, tüm kutsal kitapları değil, “Okunacak en büyük kitap insandır” diyerek, insanlar arası muhabbet/sohbet/müzakere/tartışma ile akıl birlemesinin, yol ve gönülleri birleyecek olduğuna işaret eder.

Kutsal kitaplar üzerinden tanrıyı değil, insanı insan ile konuşturan, aklı akıl ile tanıştıran laik toplum yaşamının önemini 13. yüzyılda ışık tutmuştur. Alevi öğretisi, laik eğitimden yanadır. Örneğin Hacı Bektaşi Dergâhı gibi birçok Alevi-Bektaşi Mektebini işgal edip, Sünni Nakşibendi tarikatına teslim etmiştir. Bugün de kamu okulları Ensar, İsmail Ağa, TÜRGEV, İlim Yayma Cemiyeti gibi, İslamcı cemaatlere, tarikatlara teslim ediyorlar.

Dolaysıyla eğitimde laiklik mücadelesi yeni bir olgu değildir. Dün Alevi – Bektaşi Dergâhları, Ocakları medreselere karşı “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diye laik eğitim mücadelesi verirken, bugün de eğitimde dinselleştirmeye, gericiliğe karşı, laik ve bilimsel eğitimi savunuyorlar.

Neymiş? Alevilerin eğitimde laiklik mücadelesi 13. Yüzyılda başlamıştır!