Salih Müslim Prag’da tutuklanınca; resmi iktidar sözcülerinin ve tüm medya mecralarında uzman, analist, gazeteci kimliğiyle iktidar sözcülüğü yapanların “masumların katledilmesinden sorumlu bir terörist başının” mutlaka tutuklanıp Türkiye’ye verileceğini, verilmesi gerektiğini söylerken, söylediklerine kendilerinin inanıp inanmadıklarını gerçekten merak ediyorum.

Geçtim Prag’ı, dünyanın herhangi bir yerindeki bir mahkeme buradaki mahkeme değil ki; tutukla deyince tutuklasın, bırak deyince bıraksın!

Haydi, bir mahkemenin kendisini bağlayan bir takım yasalar, kurallar, ilkeler çerçevesinde karar verdiğini bir yana bırakalım; Müslim konusunda karar veren hâkim, “Bizde YPG terör örgütü listesinde değil. Sizde bu doğrultuda Yargıtay kararı varken ülkenize davet ettiniz, konuştunuz, görüştünüz, yediniz içtiniz, o zaman terörist değildi de şimdi mi oldu?” diye düşünmez mi?

İlkesel davranmayıp adımlarınızı günü kurtarmak için attığınızda, bir önceki adımınız ikincisini atarken ayağınıza dolaşıyor. Bazen trajik, bazen komik, bazen trajikomik oluyorsunuz.

CHP misal, şimdi cumhurbaşkanı adayını belirleyecek, önceki Ekmeleddin adımının gölgesi üzerinde!

Geçen gün, BM’nin ateşkes kararı üzerine “Kim ateş kesecek?” diye sormuştum. Bugün kimsenin ateş kesmediğini görüyoruz.

Kimi zaman kimilerini, misal İsrail’i, BM kararlarına uymamakla eleştiren; kimi zaman da “Dünya 5’ten büyüktür” diye BM’yi eleştiren Türkiye, ateşkes kararını kendi istediği gibi okuyor ve “bir daha okusun” uyarılarına muhatap oluyor.

Ateşkes kararı gerçekten “çok açık”; o kararı ABD, Rusya, Fransa Afrindahilbütün Suriye’yi kapsıyor” diye anlarken, Başbakan Yıldırım Meclis’te “Afrin’i kapsamıyor” diye kestirip atıyor: “Herkes her şeyi söyleyebilir. Önemli olan bizim neyi söylediğimizdir. Biz başkasının söylediğiyle hareket etmeyiz.

Son zamanlarda sıklıkla tekrarlanır oldu; en son örneği Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la yaşandı: Türkiye cumhurbaşkanı bir ülke lideriyle konuşuyor, ne konuşulduğuna dair bizim yaptığımız açıklama başka, karşı tarafın yaptığı açıklama başka. Macron’un ofisi “Afrin konuşuldu” diyor, biz “Ayıp oluyor ama, konuşulmadı” diyoruz.

Dünya 5’ten büyüktür” formülünü cidden beğeniyorum. Ancak, “Herkes her şeyi söyleyebilir. Önemli olan bizim neyi söylediğimizdir” değerlendirmelerini duyunca, dış politikanın, en azından retorik olarak, “Biz de dünyadan büyüğüz” gibi bir “ilke”ye dayandırıldığını düşünüyorum.

“Önemli olan bizim söylediğimizdir” anlayışı içeride dışarıda, ekonomide siyasette, sanatta kültürde en temel “ilkesi” oldu AKP iktidarının, eğer ilke denebilirse!

Sadece kendi söylediklerinin önemli olduğu vehmiyle hareket edenler, artık “eski” saydıkları cumhuriyetin siyasi, ekonomik, diplomatik, bilimsel, kültürel, mimari, ahlaki bütün izlerini silme gayretindeler.

Eski”nin yerini alan “yeni” ahlaki iklimde; ananın bacının kolundan bacağından tahrik olunabileceği, asansörde ve yoğun bakımda halvet olunabileceği konuşulabiliyor!

Bilimin en temel ilkelerinin hiçe sayıldığı yeni “bilimsel” iklimde Hz. Nuh cep telefonu ile konuşabiliyor, Google’ı ilk icat edip kullanan Abdülhamid olabiliyor!

Cumhuriyetin yokluk içinde bin bir zorlukla kurduğu fabrikalardan hâlâ satılmamış olanlar da satılıyor. 14 şeker fabrikası ikisinin ederine özelleştirilecek! Eski cumhuriyetin ekonomide ilkesi “yapmak” iken, bu “yeni”si ne pahasına olursa olsun satma, özelleştirme ilkesine dayanıyor.

Cumhur ittifakı” da her ne pahasına olursa olsun kazanma “ilke”sine, kazanmak için ne gerekirse yapmanın mubah olduğu “ilke”sine dayanılarak kuruldu. Kazanılırsa; “eski” tümüyle yok olup, “yeni” tümüyle hakim olacak!

Yeni diye kötülük, ilke diye ilkesizlik pazarlanıyor…

Ölümünün 3. yılında büyük usta Yaşar Kemal’i anarken; güzel atlara binip gittiler dediği “iyi insanlar”ın, çıkıp gelmesinin, iyilik ve ilkeler etrafında en geniş birlikteliği gerçekleştirip herkesin eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşayacağı bir Türkiye için öne çıkmasının zamanıdır artık!