Bütün bu göstergeler ve sonuçları halk sağlığına önem vermeyen politik bir tercihin, piyasacı sistemin ürünleri. Asıl sıkıntı da yönetimin bunlarla garip bir övüncün içine girmesi ve buna sağlıkta devrim demesi.

İlker Belek’le Bir Bakışta Sağlık: Avrupa 2022 raporu üzerine | Sağlıkta devrimmiş!
Dr. İlker Belek

Ümit Kartoğlu

Avrupa Komisyonu ile OECD arasında süregelen iş birliğinin önemli bir ürünü olan Bir Bakışta Sağlık: Avrupa 2022 geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Rapor, 28 Avrupa Birliği (AB) üye ülkesi, 5 aday ülke ve 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği üyesi ülkelerde sağlık durumu, sağlığın belirleyicileri, sağlık hizmetleri kaynakları ve etkinlikleri, hizmet kalitesi, sağlık harcamaları ve finansmanına ilişkin bir dizi temel gösterge sunmakta. Sağlık sistemleri ve sağlığın ekonomi politikası konularında bir uzman Dr. İlker Belek ile OECD ve Avrupa Komisyonu’nun son raporundan yola çıkarak AKP’nin gerçekleştirdiğini iddia ettiği sağlıkta devrimi tartıştık.


2008-09 ekonomik krizi mali ve ekonomik gelişmeleri kesintiye uğratmış olsa da AB genelinde 2020’de Covid-19 ile birlikte ilk kez sağlık harcamaları devletin ayırdığı ve cepten harcamalarla birlikte gayri safi milli hasılanın ortalama yüzde 11’i oldu. Almanya, Fransa gibi ülkelerde bu oran yüzde 12’yi geçerken, Türkiye’de yüzde 3.6 devlet ve yüzde 1 cepten harcamalarla AB’deki en düşük pay. Dr. Belek’e niye bu payın çok düşük olduğunu soruyorum. Dr. Belek aslında bu sorunun eskiden beri söz konusu olduğunu, Türkiye’nin ulusal gelirden sağlık hizmetleri için ayırdığı payın Avrupa’nın, ama özellikle de İngiltere, Almanya Fransa gibi merkez Avrupa ülkelerinin hep çok gerisinde olduğunun altını çiziyor. “Merkez Avrupa’da oran yüzde 10’un üzerindeyken, Türkiye’de yüzde 3-5 arasında. AKP döneminde, 2008 sonrasında düzenli bir düşüş de söz konusu oldu ve yüzde 4,4’e kadar indi.” Dr. Belek, Türkiye’nin ulusal gelirine sahip benzer ülkelerde sağlık hizmeti için ulusal gelirin yüzde 7,8’ini ayrıldığına dikkat çekerek, Türkiye’nin sağlık hizmeti için ayırdığı ulusal gelir payının ayırabileceğinden yüzde 47 daha düşük olduğunu vurguluyor. “Bunun nedeni politik tercihtir, kaynakların yetersizliği değil. Türkiye halk sağlığına önem vermeyen politik bir hat izlediği için ulusal gelirden sağlık hizmeti için az pay ayırıyor.”
Önlenebilir ölüm oranlarına ilişkin göstergeler, çeşitli hastalık ve yaralanmalardan kaynaklanan erken ölümleri azaltmada halk sağlığı ve sağlık bakım sistemlerinin etkinliğini değerlendirmede kullanılan önemli ölçütlerden. Türkiye önlenebilir/tedavi edilebilir ölüm nedenlerinde birçok Avrupa ülkesine kıyasla daha yüksek değerlere sahip. Dr. Belek “Yaşa göre standardize edilmiş önlenebilir ölüm nedenlerinin sıklığı İspanya ve İsveç’te yüz binde 110, Türkiye’de 154. Aynı farklılık tedavi edilebilir ölüm nedenlerinde de söz konusu” diyor, “Bunların nedeni Türkiye’nin bu ölüm nedenleriyle etkin şekilde mücadele etmiyor oluşu. Örneğin, mamografi tarama oranı 50-69 yaş kadınlarda AB’de yüzde 60, Türkiye’de yüzde 36. Rahim ağzı kanseri tarama test oranı AB’de yüzde 54, Türkiye’de yüzde 46. Kolorektal kanser tarama test oranı AB’de yüzde 48, Türkiye’de yüzde 23.”

Astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi sağlık sorunu nedeniyle hastaneye yatışlar iyi düzenlenmiş ve işleyen bir birinci basamak sağlık hizmeti sistemiyle en aza indirilebilir. Türkiye bu konuda Avrupa’da en yüksek hastane yatışının olduğu ülke. Sağlık Bakanı Koca, “Artık büyüklerimize hastanelerimizde açılacak özel bir birim hizmet verecek” diyor, hastane merkezli bir çözüm öneriyor. Bunun gerçekte çözüm mü olduğunu soruyorum. Dr. Belek, kronik hastalıkların birinci basamak (aile sağlığı merkezi) tarafından izlenmesi ve gerekli aralıklarla da hastaneye sevk edilmesi gerektiğini söylüyor. “Buradaki amaç hem hastanelerin üzerindeki iş yükünü azaltmak, sağlık kaynaklarını verimli şekilde kullanmak hem de hastaları ev ve işyeri yaşamı gibi yaşadıkları toplumsal ortam içinde değerlendirebilmektir. Biliyoruz ki sağlığı bozan faktörler bu ortamların içindedir.” Dr. Belek, kronik hastalık izlemini hastane merkezli birimlere vermenin hiç de akılcı olmadığını ve yalnızca şov amaçlı bir uygulama olarak değerlendirilebileceğini söylüyor.

Sözü genel pratisyen ve uzman hekimlerin yeterli sayı ve coğrafi dağılımının yeterliliği üzerine getirmek istiyorum. Türkiye, raporda bin nüfusa düşen hekim sayısında 2.1 ile Avrupa’nın sonuncusu (AB ortalaması 4, en iyi ülke Yunanistan 6.2). Her ne kadar kalite açısından bakıldığında kapanması gereken fakülteler olmakla birlikte, her yerde tıp fakültesi açılmış bir ülkenin yeterli hekim sağlayamamasının ne anlama geldiğini soruyorum. “Evet” diyor Dr. Belek, “Türkiye’de nüfusa göre hekim sayısı yetersiz. Türkiye nitelikli ve gereken sayıda hekim yetiştiremiyor. Çünkü bunun için yeterli kaynak ayırmıyor, ayırdığı kaynağı da son derece niteliksiz biçimde değerlendiriyor. Bunun faturası bir yandan halka, bir yandan da hekimlere çıkıyor. Halk gereken nitelikte sağlık hizmetine ulaşamıyor. Hastanelerde uzman hekimlerin hastalarına ayırabildikleri muayene süresi 6-7 dakika arasında. Olması gereken ise en az 30 dakika. Bunun sonucu da gereksiz tetkik ve ilaç tüketimi olarak ortaya çıkıyor. Bundan da ülke ekonomisi zarar görüyor. Hekimler ise hem aşırı bir iş yükü altında tükenmiş durumdalar hem de gereken sağlık hizmetine ulaşamayan hasta ve yakınlarının sözel ve fiziksel şiddetine maruz kalıyorlar.”

Bakan Koca, ayrıca Avrupa ülkelerinde insanların hekime ulaşmada sıkıntı çektiklerinden dem vurarak, Türkiye’de bir günde aile hekimlerince 827 bin 783, uzman hekimlerce de 945 bin muayene yapıldığını bir övünç kaynağı olarak söylüyor. Bu övünülecek bir şey mi? Dr. Belek, bunun sağlıkta başarıyı, verimliliği muayene, ameliyat, tetkik sayılarıyla değerlendiren, hasta ve hastane merkezli bakış açısı için övünülecek bir şey, ancak toplumcu bakış açısıyla yalnızca eleştirilmesi gereken bir sapma olduğunu söylüyor. “Bir ülkede muayene sayıları Türkiye’deki gibi neredeyse logaritmik şekilde artıyorsa, bunun tek bir anlamı vardır: Halk sağlığını korumaya yönelik politikaların yetersizliği, yanlışlığı. Türkiye koruyucu sağlık hizmetlerinde başarısız. Ancak görmeliyiz ki, hasta sayısındaki bu artıştan tedavi edici hekimlik uygulamalarının içindeki aktörler, özel hastaneler, ilaç ve teknoloji tekelleri büyük paralar kazanıyorlar.”

ilker-belek-le-bir-bakista-saglik-avrupa-2022-raporu-uzerine-saglikta-devrimmis-1107850-1.



Avrupa genelinde hastanelerde sunulan sağlık hizmetleri sağlık harcamalarının yüzde 38 ile en büyük bölümünü oluşturuyor. Türkiye’de bu oran yüzde 53. Yani tepetaklak bir sistem. Temel sağlık hizmetlerinin örgütlenmesinin mihenk taşı sayılan 1978 Alma-Ata Bildirgesi’nden 17 yıl önce Türkiye’nin aynı ilkeleri önenerek hayata geçirdiği bir sağlık hizmetlerinin sosyalleştirmesi girişimi vardı 1961 yılında. Böyle bir vizyondan bu tepetaklak sisteme nasıl geldiğimizi soruyorum. Dr. Belek, sistemin tepetaklak olması/edilmesinin hastalıktan para kazanmak isteyen aktörlerin çıkarına, o aktörler tarafından özel olarak talep edildiğini ve hatta desteklendiğinin altını çiziyor. “İşte bu mantıkla sosyalleştirme bilinçli olarak yıkıldı” diyor, “Yıkım süreci için kritik tarih 12 Eylül 1980 darbesidir. Sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması yönündeki müdahaleler o zaman başladı ve 1990’ların başında Sağlıkta Dönüşüm olarak somutlandı. Dönüşümün arkasındaki esas güç (ekonomik, entelektüel, politik boyutlarıyla) Dünya Bankası idi. Türkiye’de sosyalizasyon sistemi, sağlık sistemini piyasalaştırmak, piyasacı sistemin kapitalist aktörlerine para kazandırmak için bilinçli olarak yıkıldı.”
Sonuçta, bütün bu göstergeler ve sonuçları halk sağlığına önem vermeyen politik bir tercihin, piyasacı sistemin ürünleri. Asıl sıkıntı da yönetimin bunlarla garip bir övüncün içine girmesi ve buna sağlıkta devrim demesi. Sağlıkta devrimmiş!

***

İlker Belek Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu ve halk sağlığı uzmanı. 1996-2019 arasında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalıştı. 2007 yılında Türk Tabipleri Birliği Nusret Fişek Bilim Ödülü’nü aldı. Değişik gazete ve dergilerde mesleki ve siyasi yazılar yazdı. Sınıfsız Toplum Yolunda Sağlık Tezi, Sağlık Reform Paketi Neyin Peşinde?, Sağlıkta Özelleştirme, Sınıf Sağlık Eşitsizlik, Sağlıkta Dönüşüm, Küba’da Sağlık, Sağlığın Politik Ekonomisi, AKP’li Yıllarda Sağlık, Postkapitalist Paradigmalar, Esnek Üretim Derin Sömürü, Kapitalizmde Sınıf, Dinin Toplumsal Kökenleri, Din Toplum İktidar, Din Bilim Felsefe, Marksizm Sınıf Bilinci Siyaset kitaplarının yazarı.