Zaman zaman bu köşede IMF yayınlarına baş vurarak dünya ekonomisiyle ilgili gelişimleri

Zaman zaman bu köşede IMF yayınlarına baş vurarak dünya ekonomisiyle ilgili gelişimleri, sorunları gözden geçiriyoruz. Ülke ekonomilerini karşılaştırmamıza imkân veren istatistiklerin birçoğunu da IMF’nin zengin veri tabanından sağlıyoruz.

Ne var ki, incelemelerimizde  IMF’nin yorumlarıyla uzlaşmamız genellikle  mümkün değildir. Strauss-Kahn’ın IMF’nin başına gelmesinden sonra bu kuruluşun “piyasa tutkunu” yobazlıkları belli ölçülerde revizyondan geçti; ama son tahlilde uzmanların geçmişten devralınan katı ideolojik tavırları başat kaldı.

IMF, Dünya Bankası, OECD ve AB Komisyonu,  son otuz küsur yıl boyunca neoliberalizme uluslararası düzlemde geçerlilik, saygınlık ve işlerlik sağlamayı üstlenmiş olan uluslararası kurumlardır. Bunları  kısmen dengeleyen iki uluslararası  örgütten de söz edelim. Birincisi, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı veya  UNCTAD’dır. Özellikle her yıl yayımlanan Ticaret Ve Kalkınma Raporları, dünya ekonomisini gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına yoğunlaşarak ve genellikle onların çıkarları açısından inceler, değerlendirir.           

İkincisi ise, kuruluşu 1919’a uzanan ve  ILO kısaltmasıyla bilinen Uluslararası Çalışma Örgütü’dür. İşçi, işveren ve devlet saçayağı üzerinde kurumsallaşmış olan ILO’nun uzmanları ve yöneticileri içinde fanatik neoliberaller azınlıktadır. Son yıllarda World of Work  adı altında yayımlanan yıllık raporları, istihdam, işsizlik, ücretler, bölüşüm alanları üzerinde yoğunlaşır ve emek dünyasına ışık tutar. Örneğin, uluslararası krizi bu temalara ağırlık vererek inceleyen 2009 raporu, kapitalizmin içsel çelişkilerinin bunalımın oluşumuna ve gelişimine yaptığı katkılara eleştirel bir perspektifle ışık tutuyordu.

2011 tarihli World of Work raporu da aynı yaklaşımı izliyor ve uluslararası krizin emek dünyası üzerindeki üç yıllık yansımalarının  bir bilançosunu çıkararak geleceğe bakıyor. Bulgu ve değerlendirmelerini kuşbakışı gözden geçirelim.

***

2011 Raporu, ILO’nun bir yan kuruluşu olan Uluslararası Emek İncelemeleri Enstitüsü’nün başkanı Raymond Torres’in Sunuş yazısısıyla başlıyor. Torres’in vurgulamaları, şu saptamalara yol açıyor:

·       Batı ekonomilerindeki  yeni durgunlaşma dalgası, şimdiden emek piyasalarına da yansımaya başlamış; istihdam artışını yavaşlatmıştır. Olumsuz etkilerin tümü altı ay sonra ortaya çıkacaktır. Gelişmiş ekonomiler, bu gidişle  kriz öncesindeki istihdam düzeyine ancak 2016’da ulaşacaklardır. Faal nüfusun daha hızlı artması koşullarında işsizlik de tırmanacaktır.

·        ABD ve Avrupa’daki durgunluğa yol açan etkenlerin başında tüketimin baskı altında kalması geliyor.  Bu, yüksek işsizlikle, sosyal harcamalar ve ücretlerdeki aşınmayla bağlantılıdır. Tüketimin frenlenmesi yatırımları da aşağı çekmektedir. Batı ülkelerindeki yetersiz talep, dış ticaret yoluyla çevre ekonomilerine de taşınmaktadır.

·        Bu olumsuzlukların arka planında gelişmiş ülkelerde iktisat politikalarının finansal piyasalara teslim olması yatmaktadır. Buralarda ekonomilerin yönetimi, (a) bankaları, finans sermayesini desteklemek ve (b) kamu maliyesinde kemer sıkma önceliklerine kilitlenmiştir. İstihdam bir politika hedefi değildir. Kriz öncesindeki çarpıklıkları olduğu gibi koruyan finansal sistem reel ekonomiyi kredilerle destekleme işlevini bir türlü üstlenmemektedir. Buna karşılık çevre ekonomilerine dönük spekülatif fon aktarımlarını pompalamakta;  bu ülkeleri istikrarsızlıklara sürüklemektedir.

·       “Ücretleri frenleme” politikalarından artık vazgeçilmelidir. Son yirmi yılın belirleyici eğilimi, milli gelirlerde ücret payının düşmesi olmuştur. Yükselen kârlar yatırımlara dönüşmemiş; hissedarlara, şirket yöneticilerine dağıtılmıştır. Ücretlerin frenlenmesi, Batı’da emekçileri borçlanma bataına sürüklemiş; finansal balonlaşmaya yol açarak, son krize katkı yapmıştır. “Yükselen ekonomiler”de ise, ücret rekabeti yoluyla ihracat başarımı arama stratejilerinin geleceği  yoktur. Temel ilke ücretlerin emek verimiyle paralel seyretmesi olmalıdır. Dış fazla veren çevre ekonomilerinin, ayrıca hareket alanları daha geniştir: Verim artırıcı altyapı yatırımları ile sosyal harcamaları artırabilirler. Bölüşüm ilişkilerini emek lehine dönüştürmede de daha fazla esneklikleri vardır. ILO, böylece, bugünkü kriz ortamında Türkiye gibi dış açık veren ekonomilerin politika seçeneklerinin daha kısıtlı olduğuna da işaret etmiş oluyor.

***
İstihdamda durgunlaşma, artan işsizlik, emek aleyhine seyreden bölüşüm ilişkileri, “finans kapitali gözetme ve kemer sıkma” önceliklerine teslim olan siyasi iktidarlar… Bu olguların  toplumsal yansımaları kaçınılmazdır. ILO Raporu, kapsanan ülkelerin önemli bir bölümünde toplumsal gerilimlerin arttığını, gelecekle ilgili endişelerin yoğunlaştığını  belirliyor.

Artan toplumsal gerilimler, patlamalar tüm coğrafyalarda sınıf mücadelelerinin yoğunlaşmasının, siyasi iktidarlara taşınmasının ilk  adımlarıdır. Sermayenin sınırsız tahakkümüne son vermeyi hedefleyen akım ve çevreleri umutlandıran; onların da katkı yaptığı bu dönüşümleri ILO endişeyle karşılamaktadır. Zira o, emek ve sermaye arasında uzlaşmaya  ve toplumsal barışa öncelik veren bir kuruluştur.

ILO Raporu, bir anlamda, kapitalist dünya sisteminin egemen güçlerini uyarmaktadır. Ancak, uluslararası krizin sonuçlarına dayalı etkili bir uyarma yapmak için, neoklasik iktisadın kısır çerçevesinin dışına çıkmak; neoliberal yaveleri reddetmek zorunda kalmıştır.  Ana mesaj şudur: Kapitalizmi kavramak ve (mümkünse) düzeltmek istiyorsanız, sınıflar arası ilişkiler ve bölüşüm karşıtlıkları üzerinde odaklanmanız gerekiyor. Bu odaklanma sayesinde 2011 tarihli World of Work raporu, bizlere de önemli, anlamlı bilgiler sunuyor; kriz ortamındaki dünya ekonomisinin çelişkilerine, açmazlarına ışık tutuyor.

Bu nedenle raporun ayrıntılarını önümüzdeki haftalarda  aktarmak, tartışmak istiyorum.