Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, “kavuşma, bitişme, birleşme” demek.

Ceza yargılamasına göre de gözünün üstünde kaşın var, demek.

Yargı reformu propagandasıyla bile dikiş tutmayan ikna siyasetinin “yeni devleti” zora soktuğunu düşünenler ile devlette halen/her şeye rağmen bir devamlılık olduğuna inanmak istemeyip eski devletin icraatlarını “derin devlet” gibi hayali bir paranteze alanlar reformdan medet umarken, hükümet bir kez daha kendini aştı ve hukuka, eski kanun maddelerinin birçoğunu çöpe atan yeni bir kavram ekledi: İltisak.

Oysa bu kavramla Anayasal bir hakkın – yargı mensubuna bile değil – kanuniliği tartışmalı bir KHK’ye devredilmesi, tam da bu devletteki devamlılığın sonucu.

Şöyle ki, Avrupa Birliği tarafından sık sık “kendi standartlarına” uydurulması istenen Terörle Mücadele Yasası’nın zaten AB standartlarına uygun hale getirilmesi için 2002 yılında değiştirildiğini, o dönem aşırı demokratikleştiğimizden yine AB’nin kendisi kıvançla duyurmuştu. Birinci Uyum Paketi, 19 Şubat 2002 tarihinde yürürlüğe girmişti. Bu paketle iddiaya göre, “ifade özgürlüğünün genişletilmesi, gözaltı süresinin indirilmesi, tutuklu ve hükümlü haklarının korunmasının güçlendirilmesi için Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluşu ve Yargılaması Hakkında Kanun ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda değişiklikler gerçekleştirildi.” Yine bu değişiklik uyarınca Terörle Mücadele Kanununun 7. ve 8. Maddelerindeki “düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamaların hafifletildiği” iddia edildi.

Bugün ise neredeyse tüm gazeteciler Terörle Mücadele Kanunu’nun tam bu “kutlanan” 7. Maddesinin 2. Fıkrası uyarınca yargılanıyor ya da hüküm giymiş durumda.

2004 ve 2005 yıllarında da ceza kanunlarında ve yargılama usullerinde yapılan değişikliklerle tabuta yeni çiviler çakıldı. Ve yine aşırı demokratikleştiğimiz 2007 yılında Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (PVSK) değiştirildi, “dur ihtarı” kavramıyla tanıştık. Uluslararası Baran Tursun Vakfı’nın istatistiklerine göre o tarihten bu yana 396 kişi bu muğlak “dur ihtarına” uymadığı gerekçesiyle vurularak öldürüldü.

Bugünlerde aşırı demokratikleşemediğimiz için reform denilen paket eskisi gibi sevinçle karşılanmadı ama özellikle son tahliyelerin ardından hüsranla sonuçlanacağı kesin olan bir umudun yükseldiği görülüyor.

Bu umudu boşa çıkaracak olan değişiklik ise ne dünyanın en kötü yargılama usulüne sahip ABD hukukundan alınmış “ceza pazarlığı” ne de sadece dilekçe ve tebligat üzerinden yürüyecek olan ceza yargılaması.

Paketin en tehlikeli ve “gelecek vadeden” kavramı, iltisak. Pasaport Kanunu gibi tüm toplumu ilgilendirmeyen bir mevzuatta veya Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen idari işlemdeki bir cümleyle hukuka giren kavramın, bir sonraki düzenlemede Türk Ceza Kanunu’nda karşımıza çıkmayacağının hiçbir garantisi yok.

OHAL KHK’ları ile mevzuata, “milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeni ile …” ibaresiyle giren kavram, açıklayıcı bir tanımı bulunmadığından ve muğlaklığı sebebiyle suçun şahsiliği, suç ve cezanın kanuniliği ve “kanunsuz suç olmaz” ilkelerine aykırı. Ve tam da bu gerekçelerle devletin arayıp da bulamadığı maymuncuk.

Yine demokratikleşemedik.