“…Adıyaman‘da çalıştığı inşaattan düşen Suriyeli işçi hayatını kaybetti… Mersin‘de, Suriyeli işçi çalıştığı inşaatta 3’üncü kattan düşerek yaşamını yitirdi…İzmir’de çöplük alanında, dozerin altında kalan Suriyeli işçi yaşamını yitirdi…Şanlıurfa‘da çalıştığı inşaatın üçüncü katından düşen, Suriyeli hayatını kaybetti…Gaziantep‘te çalıştığı inşaatın çatısına çıkardığı metal profillerin elektrik tellerine temas etmesi sonucu akıma kapılan Suriyeli işçi hayatını kaybetti…İç savaştan kaçarak geldiği Adana’da bir […]

“…Adıyaman‘da çalıştığı inşaattan düşen Suriyeli işçi hayatını kaybetti… Mersin‘de, Suriyeli işçi çalıştığı inşaatta 3’üncü kattan düşerek yaşamını yitirdi…İzmir’de çöplük alanında, dozerin altında kalan Suriyeli işçi yaşamını yitirdi…Şanlıurfa‘da çalıştığı inşaatın üçüncü katından düşen, Suriyeli hayatını kaybetti…Gaziantep‘te çalıştığı inşaatın çatısına çıkardığı metal profillerin elektrik tellerine temas etmesi sonucu akıma kapılan Suriyeli işçi hayatını kaybetti…İç savaştan kaçarak geldiği Adana’da bir kuruyemiş deposunda çalışan 21 yaşındaki Suriyeli işçi yük asansöründen düşerek yaşamını yitirdi…Hayatını kaybeden Suriyeli işçinin üzerinden kimlik çıkmadı…Bursa’da bir mermer fabrikasında meydana gelen olayda, 12 tonluk mermer blokunun altında kalan Suriyeli işçi hayatını kaybetti…Gaziantep‘te bir terlik ve ayakkabı fabrikasında çıkan yangında, 2 Suriyeli işçi dumandan zehirlenerek öldü…”

Önceki gün Ankara’da bir mobilya atölyesinde çıkan yangında ise, beş Suriyeli işçi yaşamını yitirdi. Sadece başlıklarını aldığım iş cinayetlerinin çoğunda olduğu gibi sigortasızdılar ve çoğu ölmek için çok gençti. Yakındaki bir atölye sahibi “Ben Türk işçi çalıştırsam bana maliyeti sigortası, yemeği, suyu en az 3.000 TL. Ama Suriyeli aylık 1.000 TL’ye ancak mal oluyor” demiş.

Elbette, daha kötü çalışma koşullarında daha az ücretle çalışmaya mecburdular. Bazen gözlerimiz “gerçek” karşısında “kör” olur. Gerçek yanı başımızda, hayatımızın tam ortasında yer alsa da görmek istemeyiz.

Suriyeliler konu olduğunda pek çok kesimden nefret söylemi yükseliyor.  Kirli ve kanlı bir savaştan kaçıp gelen insanları, “korkaklıkla”, “bizim memlekette refah içerisinde yaşamakla”, “hakkımız olanı çalmakla” suçluyoruz. Ürettiğimiz bu “imajlar”, çoğu zaman gerçeğe temas etmiyor. Yerinden yurdundan edilmiş, toplumun “en altındaki” bu insanların yaşam gerçekliği bambaşka bir dünyaya işaret ediyor.

İmajlar, gerçekliğin kendisini kat be kat aşıyor, kitlesel bir yanılgıya dönüşüyor. Yaşadığımız ekonomik, siyasal ve toplumsal krizlerin gerçek sorumlusu olan iktidar partisi ve ortağını suçlamaktan korkanlar, yaşananların sorumluluğunu daha zayıflara yıkmayı seçiyorlar. Yaşananlarda AKP iktidarının emperyal güçlerle iş tutarak, Suriye’de boyundan büyük işlere kalkışmasının rolü göz ardı ediliyor. Gözlerini hırs ve rant bürümüş yeni iktidar seçkinleri hala Suriye’de TOKİ eliyle bahçeli villalar yapma rüyaları görüyorlar. Arkalarında bıraktıkları insani, siyasi ve ekonomik yıkımlara aldırış etmeden “fetih” ve “ganimet” hayalleri kurmaya devam ediyorlar.

Yıllardır ülkeyi yönetenlere, ekonomi yönetmenin yalnızca inşaat rantını yandaşlık ölçütüne göre paylaştırmak olmadığını aklıselim her insan söyledi. Ülkenin üretken bütün ekonomik faaliyetlerini üç beş kuruşa ona buna satıp “poşet” parasına muhtaç kalanlar, şimdilerde kenevir peşine düşüyorlar. Sanayideki büyük daralmayı geçtim, tarımsal üretim bile uzun zamandır açık bir kriz içerisinde. Soğan ithalindeki vergiyi dahi sıfırladılar. Hâlbuki daha dün tetikçi medyalarının kameraları eşliğinde soğan depolarını basıyorlardı.

Toplumsal anominin; çözülüşün geldiği boyutları, suç örgütüne dönüşmüş bir ailenin yaşamında gördük. Toplumsal çözülmeyi açıkça gözler önüne seren bu tür olaylara yayın yasağı getirerek sorunu çözemeyeceğimiz ortada. İktidar hırsıyla gündelik yaşamın olağan akışına, işleyişine ve kabullerine yapılan her müdahale biraz daha yıkım getiriyor. “Kültürel iktidar” talebiyle toplumsal yaşama yönelik şiddetli baskı, adalet ve dayanışma hislerini azaltıp yerini yozlaşmaya ve yabancılaşmaya bırakıyor.

Bütün bu sorunlarının çözüm yeri olacak siyaset alanı “siyasi partilere” dahi kapatıldı. En son, Anayasaya aykırı biçimde, TBMM Başkanlığı görevinden istifa etmeden İBB adayı olan zat, “seçimler siyasi faaliyet değildir!” sözleriyle yeni rejimde, hukukla birlikte siyaseti de halktan “kaçırdıklarını” tasdik etmiş oldu.

Ekonomik, siyasi ve toplumsal; yaşadığımız hiçbir sorunun sebebi Suriyeliler değil. Tam tersine işsizlikten, Samsun’da bir işçinin, 1600 derecelik çelik kazanında intiharından ve Suriyeli sığınmacıyı kölelik koşullarında katledilmesinden “aynı fail” sorumludur.

İmaja teslim olup, gelecekte faşizmin kitleleri harekete geçireceği bir dinamiğe dönüşeceği kaçınılmaz olan Suriyeli karşıtlığını, solun/sosyal demokratların “köpürtmesi” kabul edilemez.  

Kötüleşen koşullara ilişkin öfkemizin muhatabı, hepimiz gibi, yaşam kurmak umudu taşıyan insanlar değil, bu bozuk düzenin gerçek sorumluları olan iktidar cephesi ve sırtımızdan geçinen rantçı sermayedir!