31 Mart seçimleri Türkiye siyasetinde yeni aktörlere yer açarken, eskilerini de metamorfoza uğratmaya başladı. Ekrem İmamoğlu şu ana kadar uzun zamandır ve inatla tekrar edilen hataların hiçbirisini yapmadı. Örneğin, geçen seçimlerin daha ilk beş dakikasında iflas eden ve insana saç baş yoldurup ‘bizi aptal yerine koyuyorlar’ hissini uyandıran trilyonluk bilişim sisteminden kendisini kurtarmış, kendi sistemini […]

31 Mart seçimleri Türkiye siyasetinde yeni aktörlere yer açarken, eskilerini de metamorfoza uğratmaya başladı. Ekrem İmamoğlu şu ana kadar uzun zamandır ve inatla tekrar edilen hataların hiçbirisini yapmadı. Örneğin, geçen seçimlerin daha ilk beş dakikasında iflas eden ve insana saç baş yoldurup ‘bizi aptal yerine koyuyorlar’ hissini uyandıran trilyonluk bilişim sisteminden kendisini kurtarmış, kendi sistemini kurmuş.

Sınıf başkanı edasıyla topluma yalnızca gaz veren işlevsiz konuşmaların beyhudeliğini görmüş. İnat etmiş, ‘direnme’ lafını ağzına almaksızın -yani boş slogan atmaksızın- direnilebileceğini de idrak etmiş. Hatta dersine öyle iyi çalışmış ki, muhalefet üzerindeki 24 Haziran politik travmasının aşılabilmesi neredeyse hayal görünürken travmayı tersine çevirmenin imkânlarını araştırmış.

Birçok kişi, adaylığını ilk açıklandığında, İstanbul’u almasının imkânsızlığını söylemişti ve bu da anlaşılabilir bir şeydi. Henüz muhalefetin üzerinden atamadığı 24 Haziran travması, eldeki politik aktörlerin yetersizliği, bu aktörlerin geçmiş zamanlardaki refleksleri, CHP’nin parti olarak son bir kaç yılda “o yasayı meclise getirmezseniz namertsiniz, getirin ilk imzayı biz atacağız” tarzındaki saçma ve kısır politikası ve son olarak bütün politik hamlelerin büyük bir hüsranla geri dönmesi böyle düşünülmesinde en önemli etkenlerdendi. Ankara geri kazanılabilirdi ancak İstanbul’un alınması bu şartlarda zordu. Ekrem İmamoğlu seçimi kazandı. Kuşkusuz HDP seçmeninin neredeyse tam desteğinin bu zaferdeki payını görmemek politik körlüktür ve hatta kötü niyettir. Fakat İmamoğlu bir şeyi ihmal ederek ve ihmal ederek çok da iyi yaparak bu seçimi kazandı ve devamında doğru politik hamleler yaptı, yapmaya devam ediyor…

İhmal ettiği şey “CHP etkisi”ydi. Burada CHP örgütü, CHP seçmeni ya da CHP’nin ideolojisinden bahsetmiyorum. İhmal edilen, bizzat Baykal ve sonrasında CHP üzerine çökmüş ve bir türlü dağılmak bilmeyen, dağıtılamayan CHP tarz-ı siyasetiydi. Bir kaç doğru hareketi art arda yapamamanın ötesinde, meclise, iki-üç tane belediyeye ve artık asla geri gelmeyecek olan eski parlamenter sisteme takılıp kalan bürokratik ve teslimiyetçi akıl terk edilmişe benziyordu. Uzlaşmaktan başka siyaset bilmeyen, bu nedenle Erdoğan’ın yırtıcı siyaseti karşısında hiçbir varlık gösteremeyen eski CHP aklı bu seçimde belli ki ihmal edildi. Onun yerini “kimsenin hakkını yemem, hakkımı da yedirmem” diyen ve bunu ısrarla söylemenin dışında, seçime hazırlık anlamında pratik alt yapısını da sağlam bir şekilde oluşturmuş bir ‘inat’ aldı.

İmamoğlu kısa sürede önemli hamleler yaptı ve muhatabının direkt ve sadece Erdoğan olduğunu gösterdi. Türkiye’de en etkili ama etkili olduğu kadar riskli olan siyaset tarzı budur. Erdoğan’ı muhatap almak sadece ona karşı sert ya da bıçkın ‘delikanlılar’ gibi konuşmak değil, onu politik bir gündeme mahkum etmektir. Kılıçdaroğlu’nun bu seçim sürecindeki suskunluğunun nedeni de budur ve tam da bu nedenle Kılıçdaroğlu suskunluğuyla İmamoğlu’na politik bir alan açmıştır ve doğru yapmaktadır. İmamoğlu’nun sesi ve Kılıçdaroğlu’nun suskunluğu aynı politik zeminden aynı hedefe kilitlenmiş görünmektedir.

Politik yanlışlar yine de olacaktır. Olmayacaktır demek hayalciliktir. Ancak şimdilik doğru hamleleri konuşmanın ve bunları öne çıkarmanın zamanıdır. Mazbata anasının ak sütü gibi İmamoğlu’nun hakkıdır.