Hafta başında İspanyol Haber Ajansı (EFE) için İmamoğlu ile bir röportaj yaptık. Ben İmamoğlu’nun söyledikleri kadar, onunla röportaj yapan iki yabancı meslektaşımın onun hakkındaki izlenimlerini merak ediyordum.   Aynı dili konuşup aynı kültür içinde yetiştiğiniz ve zaten aynı görüşte olup desteklediğiniz bir siyasetçiden aldığınız izlenimin epeyce öznel yanı olur. Türkiye’nin mevcut kutuplaşmış halinde kendisini AKP+MHP […]

Hafta başında İspanyol Haber Ajansı (EFE) için İmamoğlu ile bir röportaj yaptık. Ben İmamoğlu’nun söyledikleri kadar, onunla röportaj yapan iki yabancı meslektaşımın onun hakkındaki izlenimlerini merak ediyordum.  

Aynı dili konuşup aynı kültür içinde yetiştiğiniz ve zaten aynı görüşte olup desteklediğiniz bir siyasetçiden aldığınız izlenimin epeyce öznel yanı olur. Türkiye’nin mevcut kutuplaşmış halinde kendisini AKP+MHP bloku karşısında konumlandıranların, onlara karşı çıkan birinde pek çok olumlu özellik görmesi kolaydır. Arzuya dayalı düşünme, sizi hakkında düşündüğünüz kişiye aslında olmayan özellikleri atfetmeye kadar götürür. 

31 Mart seçimi öncesi kamuoyunun pek tanımadığı İmamoğlu kısa sürede geniş kesimler tarafından tanınmakla kalmadı, karşı mahallede bile olumlu özelliklerinden söz edilen biri oldu. 

Başka bir ülkeden, başka bir kültürden, başka bir dili konuşan iki yabancı gazeteci İmamoğlu ile görüştükten sonra onun hakkında ne düşündü acaba?  

İspanyol gazetecilerin İmamoğlu ile ilgili izlenimlerinin başında, etrafına pozitif bir enerji yaydığı vardı. Hemen her görevi yapmaya/yapabilmeye hazır biri olduğunu düşündürmüştü. En sert eleştirileri bile pozitif bir hava yayarak yapabilmesi vardı. 

“İletişim becerileri gelişmiş, son derece zeki ve profesyonel.” Profesyonellik sıklıkla samimiyet ve sahicilikle birlikte taşınmakta zorlanılan bir özelliktir. Oysa, İmamoğlu’nu “profesyonel” olarak tanımlayan gazeteciler, onun aynı zamanda cana yakın, dost, “rakı muhabbetine davet edeceğiniz biri” olduğunu düşünmüşlerdi.  

Söylemek istediklerini söylüyor ve net söylüyor. Bir röportajda onun ağzından daha sonra pişman olacağı bir şey almak zor. Söylediklerini de inanarak söylüyor, inandığı şeyleri söylüyor. Bu profesyonelce. Ama rol yapmıyor, oynamıyor. Sahici ve samimi. Yalnızca samimi olan ancak kendini kontrol edemeyen bir politikacı, ilk hatada bütün karizmasını yok edebilir. İmamoğlu kolay hata yapacak biri gibi de durmuyor.” 

Sonuçta, İmamoğlu hakkında önceden hiçbir yargı sahibi olmayan iki yabacı gazeteci, onun “demokrasiye inanan, sahici ve samimi” bir politikacı olduğuna ikna olmuşlar.  

Siyasal iletişimin püf noktası da bu olsa gerek; söylediklerine inanan ve inandıklarını söyleyen, sahicilik ve samimiyet duygusunu karşısına aktaranlar kitlelerden karşılık buluyorlar. 

Kendisi hakkında en nötr insanlar tarafından bile böyle algılanan İmamoğlu, şimdi 23 Haziran’a kadar sürecek yeni bir kampanyaya başlıyor.      

Bu kampanyanın, yalnızca bir belediye başkanlığını kazanmak üzerine kurulmaması, aynı zamanda demokrasi ve hukuk mücadelesi olarak kurgulanması önemli. 

Boykotun gelişmiş demokrasilerde uygulanabilecek bir yöntem olduğunu, Türkiye’de insanların buna hazır olmadığını düşünen İmamoğlu, yeni kampanyanın aynı zamanda “bir hukuk ve demokrasi mücadelesi” olarak yürütüleceğini söylüyor. 

Muhalefet hukuk ve demokrasi mücadelesi verirken, AKP tekrar kazanılan seçimi de çalarsa ne olacak? “O, yolun sonu olur” diyor İmamoğlu. Bu süreçte demokrasi mücadelesi verecek kararlı bir kitlenin doğduğunu söylüyor. 

Peki; o kararlı kitle Erdoğan’dan sonra demokrat bir başkan seçerse, Türkiye yoluna başkanlık sistemi ile mi devam etmeli yoksa güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme mi dönmeli? 

İmamoğlu’nun bu soruya yanıtı; partimiz parlamenter sistemden yana, Türkiye halkının psikoloji ve sosyolojisine uygun olan da o, ancak bundan sonra Türkiye’nin yol haritasının ne olacağına, başkanlık mı, güçlendirilmiş parlamenter sistem mi, ancak şeffaf bir şekilde halka sorularak karar verilebilir.