IMF’nin 'küresel durgunluk' eşiği olarak tanımladığı yüzde 3’e doğru sürüklenen mecalsiz bir büyüme trendiyle karşı karşıyayız

IMF-DB Bahar toplantısı geçen hafta Washington’da gerçekleştirildi. G-20 maliye bakanlarının ve Merkez Bankaları başkanlarının katıldığı buluşma, dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin iyimser bir tablo çizemedi. Tam aksine, küresel kapitalizmin üzerinde kara bulutların dolaştığı kanısı hakim oldu. Küresel kriz öncesinde 2006’daki gibi, pembe hayallerin havada uçuştuğu, yaklaşan fırtınanın öngörülemediği dönemlere rastlanır. Ama işlerin iyi gitmediğinin IMF-DB’ce bile kabul edildiği bir konjonktürde, ne yeni kapasite yaratan reel yatırımların hızlanması umut edilebilir, ne de “geleceği satın alan” finansal yatırımcıların risk iştahı kabarır. Dolayısıyla, kara bulutların geride bırakılıp, aniden güneş açması olasılığı iyice düşer.

Büyüme beklentisi aşağı çekildi

Yılda iki kez yapılan IMF-DB toplantıları öncesi yayımlanan, “IMF Dünya Ekonomisi Görünüm” (WEO) raporlarının gelecek projeksiyonlarına ilişkin tartışmalar, çoğu kez zirvede alınan kararları gölgede bırakır. IMF Nisan’da 2016 küresel büyüme tahminini yüzde 3.2’ye çekti. Bu oran, Ocak ayının yüzde 0.2 gerisinde. 2015 Nisanı’nda, 2016 için yüzde 3.8’lık bir sıçrama öngörüldüğünü hatırlarsak, beklentilerin giderek kötümserleştiğini söyleyebiliriz.Göründüğü kadarıyla, IMF’nin “küresel durgunluk” eşiği olarak tanımladığı yüzde 3’e doğru sürüklenen mecalsiz bir büyüme trendiyle karşı karşıyayız.

IMF raporunun köşe taşları şöyle:

•2015 dördüncü çeyreğinde ABD büyümesi yüzde 1.4’e düştü. Doların değerlenmesinden kaynaklanan zayıf ihracat gibi bazı nedenler geçiciyse de, nihai iç talebin güçsüzlüğü de dikkat çekiyor.

•Avro Bölgesi'ndeki iyileşme Ocak tahminleri doğrultusundaysa da, güçlenen iç talep zayıflayan dış talep tarafından dengeleniyor. İtalya’da beklenenden zayıf, İspanya’da ise daha güçlü büyüme gözleniyor.

• Japonya’da, özel tüketimdeki keskin düşüşü yansıtan, beklenenden hatırı sayılır ölçüde aşağı bir dördüncü çeyrek büyümesi kaydedildi.

•Asya’nın gelişmiş ekonomileri Hong Kong ve Taiwan’da, Çin’le yakın entegrasyonları nedeniyle 2015’in ilk yarısında ekonomik aktivite zayıflarken, yılın ikinci yarısında hem bastırılmış iç talep, hem de ihracattaki ılımlı iyileşme sonucu beklenenden daha mecalsiz bir iyileşme yaşandı.

•Çin’deki büyüme, güçlü iç talebin, özellikle canlı tüketimin sonucu, önceki tahminlerin üstünde seyretti. Hizmetlerdeki güçlü büyümeyi imalat sanayiindeki zayıflık dengeledi.

•Latin Amerika’da düşüş beklenenden daha derinken, bölgenin geri kalanında büyüme tahminler paralelinde gelişti.

•2015’te Rusya’da durgunluk beklentiler dahilinde gerçekleşirken, Birleşik Devletler Topluluğu ülkelerinde Rusya’dan bulaşma etkisi yanında, düşük petrol fiyatları da şartların kötüye gitmesine yol açtı.

•Düşen petrol fiyatları, gerileyen emtia fiyatları ve yanında, jeopolitik durum ve iç çatışmaların sonucu Sahra-altı Afrika ve Ortadoğu’da makro ekonomik göstergeler ekonomik aktivitenin beklenenin altında kaldığını gösterdi.

•Daha genelde, jeopolitik gerilimler küresel büyümeyi aşağı çekiyor. Ukrayna, Libya ve Yemen’de üretimin daralması sonucu, küresel üretim yüzde 0.1 olumsuz etkilendi.

•Küresel sanayi üretiminde, özellikle sermaye mallarında yavaşlama gözlendi. Bu zayıflık, başta enerji ve madencilik, dünya ölçeğinde bastırılan yatırım eğilimi yanında, Çin’in imalat sanayiindeki ivme kaybıyla da tutarlıdır.

IMF sürekli durgunluk tezini benimsiyor
imf-bile-dunya-ekonomisinden-umutsuz-129282-1.

WEO’nun (World Economic Outlook) sunulduğu basın toplantısında IMF Baş Ekonomisti Maurice Obstfeld, “Küresel büyüme giderek hayal kırıcı bir tempoda seyrediyor, bu da dünya ekonomisini negatif risklere daha açık hale getiriyor. Her defasında gelecekteki büyüme tahminlerinin aşağı revize edilmesi, dünya ekonomisinin fren yapması ve yaygın bir şekilde sürekli durgunluğa sürüklenmesi riskini taşıyor” yorumunu yaptı.

Burada IMF’nin bir numaralı uzmanının üslubuna hakim olan karamsar ton kadar, “sürekli durgunluk” (secular stagnation) ifadesinin kullanılması da önemli. Bu tercih, IMF’nin, son dönemlerde ABD eski Hazine Bakanı Larry Summers’ın bıkmadan usanmadan her mecrada dile getirdiği “sürekli durgunluk” tezini benimseme yolunda bulunduğunun belirtisi sayılabilir.

Bilindiği gibi Nobel ödüllü popüler iktisatçılar Paul Krugman ve Joseph Stiglitz krizin başından beri Keynesyen politikaları savunuyorlar. Sorunu, etkin talebin eksikliğiyle açıklayıp; çareyi, hükümetin, özel sektörün ve hane halklarının daha fazla harcamasında, bunun kanallarının ise, “Maliye politikalarıyla” açılmasında görüyorlar. Bu koroya sonradan ABD egemen çevrelerinin akil adamı Larry Summers da katıldı.

Summers analizini, 1930’larda Alvin Hansen’in geliştirdiği, sanayileşmiş ülkelerde gözlenen “giderek artan tasarruf ve azalan yatırım eğilimine” dayandırıyor. 2003-2007 arasında tehlikeli ölçüde borçlanma marifetiyle kayda değer büyüme sağlandığını, krizle bu kapının da kapandığını vurguluyor. Bugün talep yaratmak için kamunun altyapı, özellikle AR-GE harcamalarına ağırlık vermesi gerektiğinin altını çiziyor.

ABD’nin “stratejik aklı” Council on Foreign Relations’ın (CFR) yayın organı Foreign Affairs dergisinin “Mart-Nisan” sayısının düşük büyümeye ayrılması, başta Summers’ınki olmak üzere konuya ilişkin 8 makaleye yer verilmesi “korkunun dağları sardığını” görebilmek açısından dikkat çekici.

Keynesyen bir çözüm var mı?

Gelir ve servet dağılımının bunca bozuk seyrettiği, Panama Belgeler'iyle birlikte en zenginlerin vergilerini bile ödemediklerinin iyice afişe edildiği bir ortamda, kamu harcamalarının bir parça artışıyla yetinilebilir mi? Tabii ki hayır. Sistem içi çözüm önerileri bile, gelir ve servetin daha adil paylaşımını öngören “bölüşüm politikaları”nı da içermek zorunda. Zaten Stiglitz’in üzerinde titizlikle durduğu “finansal düzenlemeler” gibi, Krugman’ın da savunduğu kamu harcamalarını artırma önerisinin düzenin güç ve mülkiyet ilişkileri değişmeden, geniş kitleler, özellikle emekçi kesimler lehine kalıcı bir sonuç vermesi beklenemez.

Yine de, IMF ve benzeri kuruluşların Keynesyen terminolojiyi kullanmaya başlamaları, ortodoksluktan geri adım atmaktan başka çıkış yolu göremediklerinin kanıtı sayılabilir. Yoksa IMF raporu, yine düşük faiz ve miktarsal genişlemeye dayalı para politikaları ve ağızlarına sakız yaptıkları “yapısal uyum” politikalarının yanısıra, bir üçüncü dinamik olarak altyapı harcamalarının artışını öneriyor.

IMF-DB gibi “Washingthon Uzlaşması”nı temsil eden uluslararası mali kuruluşların süngüsünü düşüren bir gelişme de, dünya ticaretinin yavaşlamasıdır. Küresel kriz öncesinde, uluslararası ticaret küresel büyümenin yaklaşık iki katı bir tempoda gelişmekteydi. Kapitalist küreselleşmenin kök salmasının sembolü de, dış ticaretin yaygınlaşmasıydı. DTÖ, Nisan başında 2016 dünya ticaret hacminin yüzde 3’ün altında artacağını açıkladı. Bu 5 yıldır dünya ticaretinin bir türlü ivme kazanamadığı anlamına geliyor. Aynı zamanda “küreselleşmenin sonu mu?” sorusunu akla getiriyor.

Göründüğü kadarıyla “sürekli durgunluk” sorunsalı, anaakım tartışma kanallarında önümüzdeki dönemde de sürecek. Durgunluğun kapitalizmin doğasında bulunduğu, Marksist iktisatçıların bu gelişmeleri çok önceden öngördüğü, aslında Summers’ın çok orijinal bir tezi olmadığı yolunda bir literatür de şimdiden oluşmaya başladı. (Bkz.Hans G. Despain, Secular Stagnation, Monthly Review Ocak 2016; Jane Hardy, Radical Economics, Marxsist Economics and Marx’s Economics, International Socialism Winter 2016.) Biz de yeri geldikçe bu tartışmaları sizlere aktarmaya devam edeceğiz.