Her yıl Nisan ve Ekim aylarında IMF’nin dünya ekonomisini inceleyen iki ana raporu yayımlanır: Küresel Finansal İstikrar Raporu ve

Her yıl Nisan ve Ekim aylarında IMF’nin dünya ekonomisini inceleyen iki ana raporu yayımlanır: Küresel Finansal İstikrar Raporu ve Dünya Ekonomik Görünümü… İncelemelerin, öngörülerin yanı sıra, bu iki rapor, dünya ekonomisinin tümüne, ana gruplarına ve ülkelere ait en son istatistikleri de sunar. Emperyalizmin ideolojisi, inceleme ve değerlendirmelere daima damgasını vurur. Raporlardaki öngörülere gelince, bunların çoğu zaman “sistematik bir iyimserlik yanılgısı” içinde olduğu daha sonra ortaya çıkar. Bunlara karşılık, yakın geçmişe ait istatistikler bakımından IMF raporları vazgeçilmez kaynaklardır ve bu bilgiler sayesinde dünya ekonomisinde olup bitenleri yakından izleyebiliyoruz.
Nisan 2010 raporların bazı bölümleri bu hafta yayımlandı. Bu malzemeyle ilgili birkaç değerlendirmeyi bugün yapmak istiyorum.
•••
Başlığından da anlaşılacaktır: Küresel Finansal İstikrar Raporu, uluslararası finansal sistemle ilgilidir. Nisan 2010 raporu da bu işi kriz üzerinde odaklaşarak yapıyor. Raporun yayımlanan üç bölümünden ikisi, finansal sistemlerin yeniden düzenlenmesine ve enformel türev işlemlerinin güvenilir hale getirilmesine ilişkin politika seçeneklerini tartışıyor.
Bu tartışmaları bir kenara bırakalım ve bizi daha yakından ilgilendiren Bölüm 4 üzerinde kısaca duralım. Bölüm, Küresel Likidite Genişlemesi: “Alıcı” Ekonomiler Üzerindeki Etkiler ve Politika Seçenekleri başlığını taşıyor.
Buradaki ana sorunu Rapor’dan özetleyelim: “2007’nin ikinci yarısından itibaren uluslararası likidite ABD’den ve Avrupa’dan kaynaklanan politikalar nedeniyle çok hızla genişledi. Bu genişleme, yükselen piyasa ekonomilerine yönelen kısa vadeli portföy yatırımlarını da hızla artırıyor ve bazı riskler yaratıyor: Yerli paranın aşırı değerlenmesi, finansal piyasalarda yeni balonların oluşması ve gelişmiş ekonomilerde likidite genişlemesine son verildiğinde, sermaye hareketlerinin durmasının fnansal istikrarı bozması gibi…”
Bugünlerdeki Türkiye ekonomisinin durumuyla benzeşen bir tablo çizilmektedir. Peki, ne yapmalı?
Geçen hafta, IMF’nin baş ekonomisti Blanchard’ın rehberliği altında hazırlanan (ve bu köşede tartıştığımız) bir belgede “ısınan ortamlarda” sermaye hareketlerinin kısıtlanmasının (başka önlemlerle birlikte) işe yarayabileceği ileri sürülüyordu. Küresel Finansal İstikrar Raporu ise, biraz farklı düşünüyor ve spekülatif sermaye girişlerinin kısıtlanmasının yol açabileceği risklere dikkat çekiyor: “Alıcı ekonomilerdeki kısıtlamalar, sermaye akımlarının gelişmiş ekonomilere dönmesine ve oralarda da kontrollara yol açabilir. Bu da makroekonomik düzeltmeleri geciktirebilir ve küresel büyümeyi köstekleyebilir.”
Anlaşılan, IMF’de sermaye hareketlerinin denetlenmesi hususunda Fransızlar (Strauss-Kahn ve Blanchard) ile fanatik küreselleşmeci kanat arasında henüz sonuçlanmayan bir çekişme başlamıştır. Merakla izleyeceğiz.
•••
IMF’nin ikinci raporunun, yani Dünya Ekonomik Görünümü’nün şimdilik 3. ve 4. bölümleri yayımlandı. Bölüm 3, “üretimdeki daralma ve canlanma istihdama (veya işsizliğe) nasıl yansımaktadır?” sorusunu tartışıyor. Metropol ekonomilerinin üretim ve işsizlik verileri, kriz öncesindeki zirve noktaları ile kriz içinde ulaşılan dip (en kötü) nokta arasında karşılaştırılıyor. Ve gösteriliyor ki, işsizlik oranı en çok artan dört ülke İspanya, İrlanda, ABD ve İngiltere’dir. İrlanda’yı saymazsak diğer üç ülke, üretimi en fazla daralan ekonomiler arasında değildir. Farklı ifade edelim: Buralarda işsizlik artışı, sadece milli gelirin daralmasıyla açıklanamaz. Hatırlatalım ki, ABD ve İngiltere, son ouz yıl boyunca işgücü piyasalarını esnekleştirdikleri (daha farklı bir ifadeyle istihdamı koruyan düzenlemeleri izlemedikleri) için neoliberal çevrelerce alkışlanmışlardı.
Kriz boyunca işsizlik artışının en hafif seyrettiği ülkeler hangileridir? Almanya, Norveç, Japonya ve İtalya başta geliyor. (Hatta Almanya’da yüksek oranlı üretim daralmasına rağmen, işsizliğin azalmış olduğu belirleniyor.) Dördü de istihdamı koruyan özel düzenlemeler (katı işgücü piyasaları) nedeniyle neoliberal ulemanın geçmişte hedef tahtası olan ekonomiler arasında yer almaktaydılar.
Bu saptamalara rağmen IMF Raporu, hâlâ “bildiğini okumakta”; geleneksel maliye ve para politikası önlemleri dışında, “ücretlerde esnekliği ve emek piyasası kurumlarının islahını” işsizliğe çare olarak önermektedir.
Raporun 4. bölümü, “cari işlem fazlalarına nasıl son verilecektir?” sorusuna yanıtlar arıyor. Bu soru, dünya ekonomisini krize sürükleyen etkenlerden biri olan küresel dengesizliklerin düzeltilmesiyle ilgili olduğu için önemlidir.
Rapor okunduğunda, IMF’nin tıpkı Amerika gibi “kafayı Çin’e takmış olduğu” anlaşılıyor. Açıklayalım:
“Küresel dengesizlikler”in açık ve fazla veren ülkelerden oluşan iki boyutu var: En büyük dış açık ve dış fazla veren ekonomiler ABD ve Çin’dir. Dengesizlikleri azaltma sorumluluğunun dış fazla veren ekonomiye (Çin’e) yüklenmesi yanlış değildir. Çin, iç talebi pompalayarak dünya ekonomisinin daralma ivmesini frenledi; IMF’nin de övgüsünü aldı. Ancak, IMF bununla yetinmiyor. İlâveten Çin’in döviz kuru politikasını değiştirmesini ve ulusal parasını (renminbi’yi) değerlendirmesini de istiyor.
Bu öneri, Obama yönetiminin Çin’i, “dış ticarette rekabet avantajı sağlamak için döviz kuru manipülasyonu yapan ülke” olarak tanımlama tehdidine dayanak sağlıyor. Bu “yaftalama”, ABD’nin Çin’den ithalata karşı “anti-damping” türü önlemler almasına gerekçe sağlayabilecektir.
Çin ise, haklı olarak, “döviz kuru politikaları hükümranlık alanımıza girer; sorunlarınızı çözme yükümlülüğünü bize yıkamazsınız” diyor.
•••
20 Nisan’da bu iki raporun tümü ve istatistikler yayımlanacak. İncelemeyi, değerlendirmeyi sürdürmek üzere…