Ülke içinde kriz dinamikleri giderek su yüzüne çıkarken, bunlara bir itici kuvvet de küresel alemden uygulanıyor. Öncelikle çok karışık bir döneme girdiğimiz, tüm unsurları, iktidarları ve değişim rüzgârlarıyla ‘değişik’ bir süreçle karşı karşıya olduğumuz apaçık.

Kapitalizmin geleneksel eğilimlerine bakarak bir tahmin yapmak oldukça zor olsa da, elindeki zengin veriyle bir tahmin yapan IMF Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’na göz atmakta fayda var. Bu yazıda raporda öne çıkan eğilimlere ve bu eğilimlerin oluşturduğu rüzgârlara ve Türkiye için olası sonuçlarına değinmeye çalışacağım.

Genel olarak baktığımızda; öncelikli olarak karşımıza ticaret savaşları diye anılan ve ABD ve Çin’in başını çektiği olumsuz bir rüzgâr çıkıyor. Bu rüzgârın ana kaynağı ise son dönemin hız kazanan korumacı eğilimleri. İkili ticarete uygulanacağı açıklanan tarife artışları ve bu ticaret ortaklarının birbirini misillemeye yönelik hamlelere girişmesi, bu gerilimi büyüten adımlar. Bu rüzgârdan da ithalatçı, ihracatçı hemen hemen her ülke olumsuz etkileniyor.

Bir başka olumsuz rüzgâr küresel finans piyasalarından esiyor. IMF de raporunda bu konuya değinerek, gelişmiş ülkelerde ‘şimdilik’ daha az oynak olsa da, ufacık bir kıvılcımla alev alabilecek finansal risklerden bahsediyor. Yani popüler anlamda yeni finans balonlarına değiniliyor. Ayrıca Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde finansal risklerin giderek yükseldiğine işaret eden raporda, özellikle Arjantin, Endonezya, Hindistan, Meksika ve Türkiye’deki faiz artışlarının süreceği beklentisi mevcut. Burada cari açıkları ve dış borç rakamlarıyla dudak uçuklatan Türkiye ve Arjantin’e ayrıca değinildiğine de dikkat edelim.

Bu iki ülke öncülüğünde gelişmekte olan ülkeler liginde kırılganlıklar had safhadayken, bir de dolar kurundaki değerleme eğilimi devam ediyor. Şubat-Haziran 2018 döneminde tüm para birimleri karşısında ortalama yüzde 5 değerlenen doların Türk Lirası karşısında yüzde 10 değerlenmesi risk skalasında Türkiye’nin pozisyonunu da ortaya koyuyor. Doların güçlenmesi, yani sıcak para diye andığımız kısa vadeli finans yatırımlarının dolara geri dönüş eğilimi, Türkiye açısından (I) dış borç rakamlarının kur farkından olumsuz etkilenmesine (II)üretimde ve tüketimde yüksek ithalat oranları nedeniyle enflasyon artışına ve kaçınılmaz olarak da (III) şu an hali hazırda yüzde 20’lerin üzerine çıkmış faiz oranı üzerinde daha yukarı bir baskıya neden oluyor.

Bu gidişatı güncel rakamlardan da kolaylıkla izleyebiliyoruz. Ödemeler Dengesi verilerine göre, ülkede sadece mayıs ayında 1 milyar 15 milyon dolar sıcak para çıkışı yaşanırken, MB resmi rezervlerinde de 2,8 milyar dolarlık bir erime gerçekleşti. Ayrıca TEPAV tarafından yapılan hesaplamaya göre yurt dışına giden (ODI) doğrudan yatırımların yurt içine gelen (FDI) doğrudan yatırımlara oranında (ODI/FDI) da artış gözleniyor. Nisan ayında yüzde 27,8 olan bu oran mayısta yüzde 31,3’e çıkmış durumda. Bu artan oran, Türkiyeli yatırımcının yurtdışına yönelmesinin, yurtdışındaki yatırımcının Türkiye’ye yönelmesinden daha fazla olduğunu ve aradaki bu makasına daha da açıldığını ortaya koyuyor.

Son olarak yine IMF raporunda yer alan küresel büyüme eğilimlerine bakalım. Burada nisan ayı küresel büyüme tahminlerinin yüzde 3,9 olarak mayıs ayında da korunduğunu izliyoruz. Genel olarak ABD’de istihdam ve enflasyon verilerinin olumlu gelmesiyle birlikte 2018’de toparlanma beklenirken; AB bölgesinde ise büyüme oranlarının Almanya ve Fransa’dan beklenti-altı gelmesi ve İtalya başta olmak üzere güney ülkelerdeki daralma sinyalleriyle birlikte genel bir yavaşlama bekleniyor. Keza benzer bir yavaşlama, tüketim ve yatırım talebindeki durgunluğa bağlı Japonya için de 2018 ve 2019’da tahmin ediliyor. Burada yine gelişmekte olan ülkeler için durumun çok iç açıcı olmadığını söylemekte fayda var. Petrol fiyatlarındaki yukarı seyir ile birlikte yukarıda bahsedilen finansal ve reel ortamdaki sıkışmanın etkilerinin tüm olumsuzluğu ile bu ülkelerde görüleceği, raporda altı çizilenler arasında.

Özetlemek gerekirse, Türkiye açısından küresel ortamdaki bu risklerin katlanarak ilerlediği ne yazık ki ortada. Ekonominin hatalı yönetilmesi, sıcak para ve borçlanmaya dayalı büyüme anlayışı, eğitim ve üretim alanında niteliksizleşme bu risklerin büyümesinde akla gelen ilk nedenler. Ve daha üzücü olan ekonomide bu nedenlere dair bir çözüm adımı atılması bir yana risklerin ve nedenlerinin konuşulmuyor olması. Üzücü olan, faiz-kur kıskacında finans aktörlerinin yatırımlarını nasıl kurtarırız, nasıl tekrar ülkede bu kesime kâr yaratırız arayışının hakim olması.Ve elbette üzücü olan her geçen günün aleyhimize işliyor olması.