IMF’ye göre, ampirik sonuçlar, gelir vergilerinde artan oranların görece geçerli olmadığı gelişmiş ülkelerde, en üst gelirlere uygulanan marjinal vergi oranının artırılması, ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemeyebilir

IMF’den Trump’a hayır Corbyn’e evet

19 Ekim, “Kara Pazartesi” olarak anılan, Wall Street’teki rekor düşüşün 30’uncu yıldönümüydü. Meşum tarihte tek bir günde Dow Jones endeksi yüzde 22,6 oranında irtifa kaybederek, 1 trilyon dolar civarında servet kaybına neden olmuştu. “Kara Pazartesi”ne uzanan süreçte yılın ilk yedi ayında borsa tam yüzde 44 kazanç sağlamış, hızla şişen balonun patlayacağı kanısı yaygınlaşmıştı. Derken, Bundesbank’ın DM faizlerini artırma hamlesine, Amerikan Merkez Bankası Fed aynen karşılık verip faizleri hızla yüzde 7’ye çekince, panik satışı tetiklemiş, korkulan başa gelmişti. O günle birlikte Fed başkanı Allan Greenspan’ın fikir babası olduğu, düşük faizle finansal piyasaları pompalama devri başladığı söylenebilir.

Donald Trump başkan seçilmeden önce borsadaki yükselişi “balon” diye nitelemiş, aşırı düşük faizlerin bu şişkinliği yarattığını iddia etmişti. Ne var ki, kendi döneminde endekslerin yüzde 25’e varan bir sıçrama sergilemesi belli ki hoşuna gitti. Şimdi keyifli tweetlerle, bu durumu ekonomide işlerin tıkırında gittiğinin kanıtı ilan ediyor. Nitekim çılgın parti sürüyor, Dow Jones endeksi geçen hafta 23 bin eşiğini hızla geride bıraktı.

Senato’da yönetimin vergi indirimi planı üzerinde pazarlıklar devam ederken, Trump’ın Maliye Bakanı Steven Mnuchin’in borsa üzerinden ucuz bir şantaja başvurduğu gözlendi. Finans kapitalin has bir temsilcisi olan, yatırım bankası Goldman Sachs ekolünden Mnuchin, vergi reformu geçmezse, borsanın çökeceği tehdidini savurdu. Kurumlar vergisinin yüzde 35’den yüzde 20’ye çekilmesi halinde, başta Apple ve Google gibi kârlarını yurtdışı vergi cennetlerinde park eden dev şirketlerin bu paraları “memlekete” getirecekleri hesaplanıyor.

Arz yönlü ekonomi tekrar gündemde

Vergilerin düşürülmesinin yatırımcıların iştahını kabartacağı, böylelikle üretim ve istihdamın artacağı, girişimciliğin hız kazanacağı yolundaki “itikat”, “arz yönlü ekonomi” olarak adlandırılıyor. İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan ile 80’lerle birlikte egemen olan bu zihniyete göre, vergi oranları düşünce ekonomik aktivite canlanacağı için, bir taraftan vergi gelirleri artarken, öte yandan yoksullar için yeni iş kapıları açılacaktı. Bir anlamda “zenginde pişecek, fakire de düşecekti”. “Sızıntı ekonomisi” olarak da adlandırılan bu kurguya göre, zenginlerin muslukları şarıl şarıl akarken, yoksullara da damla damla rahmet isabet edecekti.

Ne var ki, yıllarca “arz yönlü ekonomiyi”, neo-liberalizmi pompalamış olan IMF, artık Trump gibi düşünmüyor. Son yıllarda, Washingthon’da yerleşik mali kuruluşun neo-liberalizme, küreselleşmeye, finansallaşmaya usulca eleştiriler yönelttiği gözleniyordu. Bu sürece yeni bir halka, geçen günler IMF’nin yılda iki kez yayımladığı “Mali Gözetim” (Fiscal Monitor) raporuyla eklendi.

IMF’den ilginç öneriler

Bilindiği üzere IMF, nisan ve ekim aylarında “Dünya Ekonomik Görünüm Raporu”yla bankacılık ve finans sistemini, “Mali Gözetim” raporuyla da, bütçe ve kamu borcu konularını masaya yatırıyor. Geçen hafta, ilk iki rapora ilişkin değerlendirmeyi, Korkut Hoca’nın yetkin kaleminden okumuş olmalısınız. (Korkut Boratav IMF’den Dünya Bilgileri, BirGün 20.10.2017).

Bu yıl en fazla ses getiren çalışma ise, belli koşullarda, üst düzey gelirlere daha yüksek vergi uygulanması, temel yurttaşlık geliri ödenmesi ve eğitim-sağlık gibi sosyal hizmetlere daha fazla harcama yapılması için açık kapı bırakan “Mali Gözetim” “raporu” oldu. Korkut Boratav’ın, “Söz konusu raporların emperyalizmin ekonomik ideolojisini yansıtan önemli metinler” olduğu saptamasından hareketle, Mali Gözetim raporunun emperyal saflardaki çatlakları, en azından kafa karışıklığını yansıttığını pekala söylenebilir.

IMF’nin “mali ilişkiler” bölümünün başında bulunan Vitor Gaspar, dünyada toplam borç miktarının dünya ekonomisinin iki katı bir düzeye, 152 trilyon dolara ulaştığını belirtiyor. Bunun üçte ikisi özel borç olmakla birlikte, küresel kriz sonrasında hükümetlerin borç gereksinimlerinin de şiştiğini ifade ediyor. Gaspar’a göre, özel borçların bu denli artması çoğunlukla finansal krizlerle sonuçlanıyor. Yol açacağı finansal durgunluk da, normal ekonomik durgunluktan daha uzun ve derin seyrediyor.

İşçi Partisi’ne destek mi ?

Mali Gözetim” raporunun en önemli bulgusu, zenginlere yönelik vergi artışlarının gelir eşitsizliklerini törpülerken, büyümeye de olumsuz bir etki yaratmayacağı doğrultusunda. Böylelikle bir anlamda, 123 bin poundun üzerindeki gelirlere %50 vergi salmayı öneren İngiliz İşçi Partisi’ne destek çıkmış oluyor. Nitekim, gölge maliye bakanı John Mc Donnel, “IMF, bizim genel seçimde gündeme getirdiğimiz, daha adil bir vergi sistemi önerimizi destekliyor. Zenginlerin daha adil vergilendirilmesine ilişkin felaket tellallığı yapanları doğrulayacak hiçbir kanıt bulunmuyor” yorumunda bulundu. (The Guardian, 12 Ekim 2017).

Tahmin edilebileceği gibi, Mc Donnel bu sözlerle, Corbyn’in “Venezuela gezegeninde” yaşadığı, İşçi Partisi’nin “para ağaçlarından” medet umduğu gibi soğuk esprilerle kamuoyunu etkilemeye çalışan Muhafazakârları kastediyor.

İsterseniz raporun vergi, temel yurttaşlık geliri ve sosyal harcamaların artırılması önerilerine teker teker bir göz atalım:

Artan oranlı vergiler

IMF’ye göre, ampirik sonuçlar, gelir vergilerinde artan oranların görece geçerli olmadığı gelişmiş ülkelerde, en üst gelirlere uygulanan marjinal vergi oranının artırılması, ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemeyebilir. Ayrıca, servet vergisi, emlak vergisi, arazi vergisi, miras ve intikal vergisi gibi gelir kaynaklarına da başvurulabilir. Yükselen ve düşük gelirli ülkelerde ise, lüks ürünlere yönelik gümrük vergisi ile negatif dışsallık içeren (yani fazla tüketilmesinin toplumsal etkisi olumsuz olan) fosil yakıtlar, alkol ve tütüne yönelik vergilere ağırlık verilebilir. (AKP’nin son kalemlere haddinden fazla yüklendiğini söylemeye bile gerek yok sanırım…) Kâr, faiz ve diğer sermaye kazançlarının ise, hem bu rantlar emek gelirlerinden daha adaletsiz dağıldığı, hem de toplam gelirdeki ağırlığı son yıllarda arttığı için yeterli vergilendirilmesi gerekiyor.

Temel yurttaşlık geliri

Temel yurttaşlık gelirini savunanlar, bu programın yoksulluk ve eşitsizliğe, gelir testi gerektiren programlardan daha etkin çare olabildiğini düşünüyorlar. Çünkü her yurttaşa, kayıtsız şartsız doğrudan bir ödeme söz konusu olduğu için, enformasyon toplama, yönetim gideri ve yararlananların toplumsal anlamda damgalanması gibi maliyetlere katlanmak gerekmiyor.

Temel yurttaşlık geliri ödemesi, sol ve sosyalist çevrelerde de, olumsuz ve olumlu çok yönlü değerlendirmelere zemin açmış, geniş bir literatürü de oluşmuş bir konu. ÖDP’nin 1999 seçim beyannamesinden başlayarak, gündemine aldığı bir uygulama. Önümüzdeki dönemlerde bu tartışmayı, başlı başına bir yazı konusu yapabiliriz. Burada önemli olan, ilk defa IMF gibi bir uluslararası mali kuruluşun yurttaşlık gelirini telaffuz etmesi ve daha ziyade vergi toplama sistemi yeterince etkin olmayan geri kalmış ülkelere önermesi.

Eğitim ve sağlık

IMF raporu, eğitim ve sağlığa yönelik yatırımların orta vadede eşitsizlikleri azaltmaya hizmet edebileceğini, yoksulluğun kuşaklar boyu tekrarlanmasını engelleyebileceğini, toplumsal mobilizasyonu artırabileceğini ve son tahlilde sürdürülebilir kapsayıcı büyümenin önünü açabileceğini öne sürüyor.

Eğitimde, sosyoekonomik anlamda dezavantajlı ailelerden gelen öğrenciler sisteme dahil edilse de, aile ortamı, çalışma koşulları elverişsizliği gibi nedenlerle, bu çocuklar müreffeh ailelerdekilerin gerisinde kalıyor.

Sağlıktaki eşitsizlikler ise, gelişmiş ülkelerde ortalama yaşam beklentisinin eğitim düzeyine göre, dört yıldan on dört yıla kadar açılmasıyla kendini gösteriyor. Bebek ölüm oranları da, azgelişmiş ülkelerde en alt yüzde 20’lik gelir grubunda sorun olmayı sürdürüyor. Sağlık düzeyinin, özellikle gelişmiş ülkelerde, sağlanan sağlık hizmetinden daha fazla, beslenme, eğitim ve sağlıklı davranışlar gibi etmenlere bağlı olduğu gözleniyor. Bu saptamalar, kamu harcamalarının dezavantajlı grupların kaliteli eğitim ve sağlığa erişimini geliştirmek üzere seferber edilmesinin eşitsizlikleri azaltacağını gösteriyor.

Sonuç olarak, yukarıda sıralanan “makul” önerilerin, uzun yıllardır, mütemadiyen kamunun ekonomideki varlığını azaltmayı dayatan, toplumsal amaçlara yönelik kamu harcamalarının bile aşırılığını dile getiren, fanatik neo-liberalizm savunucusu bir kurum tarafından dile getirilmesi önemli. Birincisi, küresel anlamdaki gelir ve servet eşitsizliğinin ekonomik büyümeyi de baltaladığının itirafı anlamında; ikincisi de, bu adaletsizliklerin toplumsal sonuçlarına ilişkin “sermaye kesimlerinin” endişesi kapsamında…