IMF’nin Nisan 2012 tarihli iki önemli belgesi bu yakınlarda yayımlandı:  Dünyanın Ekonomik Görünümü ve Küresel Finansal İstikrar Raporu... Raporlar, iki açıdan önem taşıyor. Bir kere, dünyanın en zengin veri bankası IMF’dedir ve ülkelere, bölgelere, bloklara ait son istatistikleri izlememiz, karşılaştırmamız böylece mümkün oluyor. İkincisi, bu zengin bilgi malzemesi raporlarda değerlendirilmektedir. Gerçi, Joseph Stiglitz geçmişte bu raporları hazırlayan IMF uzmanlarını, “birinci sınıf üniversitelerden diplomalı üçüncü sınıf iktisatçılar” diye küçümsemişti. Ne var ki, bu “üçüncü sınıf iktisatçılar”, krizlere sürüklenen ülkelerin yöneticileriyle kredi pazarlıklarına oturduklarında, bu toplumların kaderlerini etkileyecek güce sahiptir.  En azından bu nedenle  görüşlerini yakından izlememiz gerekir.

2008-2009 kriziyle birlikte IMF’ye ek kaynaklar aktarıldığını  ve uluslararası iktisat politikalarının eşgüdümü ile görevlendirildiğini de hatırlatalım. Avrupa krizinin yönetiminde de (AB ve Avrupa Merkez Bankası ile birlikte) “troyka”nın bir ayağı IMF oldu. Bu çalkantılı dönemde, “ne pahasına olursa olsun istikrar, kemer sıkma  ve küçülen devlet” öğelerinden oluşan beylik neoliberal reçetenin yetersizliği algılandı. Krizden etkilenen ülkeler arasındaki farklılıklar, IMF belgelerine de yansıdı. Örneğin, önceki dönemlerde “tabu” olarak görülen “kriz koşullarında genişletici makro politikalar” veya “krizlere karşı bir savunma aracı olarak sermaye hareketlerinin denetlenmesi” gibi öneriler (daima istisnaî kalmak koşuluyla) ortaya atıldı. Son raporlara, bu açıdan da bakmak ilginç olacaktır.

***

 

IMF’nin Baş İktisatçısı Olivier Blanchard’ın, Ekonomik Görünüm raporu için kaleme aldığı  Önsöz, raporların ana öğelerini yansıtıyor. Dünya ekonomisinde gözlenen olumsuzlukların ve belirsizliklerin, kaynağında Avro Bölgesi krizinin yer aldığı vurgulanıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın astronomik (1 trilyon avro’luk) kredi genişlemesinin, krizin eşiğinde debelenen bankaları geçici olarak rahatlattığı; ancak durgunluktan çıkış için yeterli olmadığı belirtiliyor.

Niçin? Blanchard’a göre, büyümeye geçişi frenleyen, Batı ekonomilerini durgunlaştıran iki etken vardır: Biri, maliye politikalarını belirleyen kemer sıkma öncelikleridir. Bütçe açıklarını ve borç yükünü küçültme, toplam talebi ve milli geliri de aşağıya çekiyor. İkinci etken ise, borçluluk düzeylerini azaltmaya çalışan bankalardan kaynaklanıyor. (Bu ikinci etkene özellikle Amerikalı ailelerin kredi yüklerini azaltma çabalarını da eklemek gerekiyor.) Borç yükümlülükleri, bankalardaki likidite artışının kredilere dönüşmesini kösteklemekte; parasal genişlemenin milli gelire yansıması çok sınırlı kalmaktadır.

Metropol ekonomilerinde ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeler, dünya ekonomisinin çevresini de etkilemektedir. IMF tahminlerine göre dünya ekonomisinin ortalama büyüme hızı 2011’den 2012’ye yüzde 3.9’dan 3.5’e gerileyecektir. Yavaşlama yaygındır: Yüzdeler olarak metropolde 1.6’dan 1.4’e; çevre ekonomilerinde 6.2’den 5.7’ye... Avro Bölgesi ise 2012’de küçülmektedir. “Akıntıya karşı” ağır aksak kürek çeken büyük ekonomilerin sayısı ikiden ibarettir: Büyüme hızını yüzde 1.7’den 2.1’e çıkaran ABD ile 2011’de küçülen bu yıl ise yüzde 2 oranında büyüyeceği öngörülen Japonya...

Çevre ekonomilerindeki yavaşlama Orta Doğu ve Afrika dışında tüm ana bölgeleri etkilemektedir. İki yıl içinde büyüme hızı (yüzdeler olarak) Çin’de 9.2’den 8.2’ye; Hindistan’da da 7.2’den 6.9’a inmektedir.  En ağır etkilenen bölge, Avrupa’nın “yükselen ve gelişmekte olan” ülkeleridir. Bu blokta büyüme hızı yüzde 5.3’ten 1.9’a (Türkiye’de ise 8.5’ten 2.3’e) inmektedir.

 ***

 

 

Ne yapmalı? Dünya Ekonomisi raporunun önsözünde Blanchard, ilginç bir gözlem yapıyor: “Piyasalar biraz da şizofrenik görünüyorlar: Bir yandan bütçelerde kemer sıkma istiyorlar; kemer sıkma büyümeyi aşağı çekince de olumsuz tepki gösteriyorlar.” Bu hareket noktasının doğal uzantısını ifade edelim: “Öncelik şizofrenik finansal piyasaların çıkarlarında, rehberliğinde değil; toplumsal refahta, büyümede, istihdamda olmalıdır... Ne var ki, Blanchard bir adım daha atıp bu sonuca gitmiyor; zira otuz küsur yıldan beri neoliberal dogma’ların üretim karargâhını oluşturan IMF’nin baş iktisatçısıdır. Aynı dogma’lardan nasibini almasaydı o mevkiye getirilmezdi. Dolayısıyla hemen  hizaya geliyor ve temel soruyu şöyle ifade ediyor: “Bütçede kemer sıkma politikalarının kısa vadede olumsuz, uzun vadedeki olumlu etkileri nasıl dengelenecektir?”

“Ne şiş yansın; ne kebap...” diye de yorumlayabileceğimiz, bu “dengeleme arayışı”na göre, bütçe açıklarını ve kamu borç yükünü aşağı çekmek (daha açıkçası “devleti küçültme stratejisi”), uzun vadede büyüme potansiyelini yükseltecektir.

Bu safsatadır. “Küçülen devlet, büyüen bir özel sektör tarafundan fazlasıyla telâfi edilecektir” savına dayanmaktadır ve elli yıldan beri (Marksistler bir yana), sol Keynes’gil ve yapısalcı iktisatçılar tarafından olgusal ve kuramsal olarak defalarca çürütülmüştür.

Üstelik, Blanchard’ı dinlersek, bu “kemer sıkma reçeteleri” nin hangi ülkeye, hangi oranda yansıyacağını  da finansal piyasaların öncelikleri belirleyecektir. Peki, bu öncelikler neye dayanıyor? Merijn Knibbe AB İstatistik Kurumu’nun (Eurostat’ın) yeni yayımlanan 2011 bütçe açığı rakamlarını değerlendiriyor (Real World Economics Review, 23 Nisan 2012). Ve gösteriyor ki, şu anda Britanya’nın bütçe açık oranı, Yunanistan ve İspanya oranlarına çok yakın; Portekiz, İtalya ve Macaristan’ın çok üzerindedir. Buna rağmen “finansal piyasalar” Britanya’dan sadece  yüzde 2 civarında faiz talep ederek on yıllık devlet borç senetlerini yenilemekte; sözü geçen ülkeleri ise kat-be-kat daha yüksek faizlerle cezalandırmaktadır.

Toplumların, ekonomilerin kaderi, bu oynak, tutarsız, “şizofrenik” piyasalara mı teslim edilecektir? Dünya ekonomisi, 2008 krizinin ana aktörü olan finans kapitali gözetme önceliğine teslim edilirse durgunluk aşılamaz; bunalım hali kronikleşir. Son otuz-kırk yıl boyunca defalarca kanıtlanmıştır ki, kriz ortamlarında IMF’nin stratejik ve temel işlevi, finans kapitali (alacaklıları) güvence altına almak, gözetmektir. Hal böyle iken, finansal piyasaları önce “şizofren” olarak yaftalayan; sonra da onlara teslimiyeti sineye çeken Blanchard’ın  davranış çelişkileri de “şizofrenik” olmuyor mu?

 

Raporların çevre ekonomileri ve Türkiye ile ilgili öğelerini ileride aktarmak, tartışmak istiyorum.