IMF’nin Türkiye (“Teftiş”) raporu

IMF raporu, 2008 sonrasında büyüme hızı bakımından Türkiye’nin önde gelen “yükselen piyasa” ekonomilerinin gerisine düştüğünü; zengin ülkeler ile arasındaki gelir farkının da daralmadığını belirliyor

IMF teftişleri
IMF Ana Sözleşmesi’nin Madde IV’üne göre IMF uzmanları her yıl üye ülkelerin resmî makamları ile görüşür, danışır ve bir ekonomik rapor hazırlar. Rapor IMF’nin Yürütme Kurulu’nda tartışıldıktan sonra yayımlanır.

Bu raporlar ülke ekonomisini, iktisat politikalarını IMF süzgecinden geçirerek değerlendiren, gerekirse (“lisan-ı münasip” ile) eleştiren belgelerdir. Ülke resmî çevrelerinin eleştirilere (varsa) yanıtları da raporlarda özetlenir.

IMF ile bir kredi anlaşması yoksa, bu raporların pratik bir önemi yoktur. Yine de son aşamada IMF’nin Yürütme Kurulu’nda görüşüldüğü için, biraz abartarak bunlara “teftiş raporları” diyebiliriz. Finans çevreleri tarafından yakından izlendiği için de önemlidir.

IMF uzmanlarının son Türkiye Raporu üzerindeki çalışmaları 20 Aralık 2016’da tamamlandı; Ocak 2017’de Yürütme Kurulu’nda görüşüldü ve 3 Şubat’ta yayımlandı.
Türkiye: 2017 Madde IV Danışmalarına İlişkin Uzmanlar Raporu…

Bu raporlar iki açıdan önemlidir. Bir kere, iktisat konularında dünyanın en zengin veri bankası IMF’dir. Raporlar, Türkiye ekonomisinin resmi verilerini IMF’nin bağımsız istatistikleriyle birleştirir; gerekirse başka ekonomilerle karşılaştırır, bizlere sunar. Böylece, bilgi dağarcığımız zenginleşmiş olur.

İkinci önemi ise, IMF’nin uluslararası sermayenin bir üst organı olmasından kaynaklanır. Raporların politikalara ilişkin değerlendirmeleri, önerileri özellikle finans kapitalin siyasi iktidardan beklentilerini, taleplerini ifade eder. İktidarlar üzerindeki dış kaynaklı etki ve baskıların bir bölümünü böylece izleyebiliriz.

Büyüme: Öngörüler parlak değil…
IMF Raporu’nda 2016 ve 2017’de Türkiye ekonomisinin büyüme hızı yüzde 2,7 ve 2,9 olarak öngörülüyor. Büyüme temposuna petrol fiyatlarındaki düşme katkı sağlamış; kamu harcamalarındaki genişleme ve asgari ücret artışları belirleyici olmuştur

Rapor, 2008 sonrasında büyüme hızı bakımından Türkiye’nin önde gelen “yükselen piyasa” ekonomilerinin gerisine düştüğünü; zengin ülkeler ile arasındaki gelir farkının da daralmadığını belirliyor (Paragraf 1,3).

IMF Raporu, geleceğe de göz atıyor. “Normal koşullar” varsayımı altında orta dönemli büyüme temposu yüzde 3,5 olarak öngörülüyor. Ancak verimlilik ve sermaye birikimi canlanmadığı sürece Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyeli de aşağı çekilecektir (Paragraf 16).

Makro-ekonomik verimlilik öncelikle sermaye birikimine bağlıdır. IMF, önümüzdeki yıllarda yatırımların milli gelirdeki payının adım adım aşınacağını; yüzde 21 eşiğini aşamayacağını öngörmektedir (Tablo 2). Bu durum, potansiyel büyüme hızının da aşağı (yüzde 3 civarına) çekilebileceğini göstermektedir.

AKP iktidarı büyüme öngörülerine fazlasıyla duyarlıdır. IMF uzmanları bu duyarlılığın farkında oldukları için, Rapor’u, “Türkiye dinamik bir ekonomidir…” ifadesiyle başlatıyor; “ama büyüme canlandırılmalıdır” diye tamamlıyorlar. Raporun geri kalan kesimleri, bu cümledeki “ama” uyarısını bulgularla, öngörülerle destekliyor ve açıkça ortaya koyuyor ki 2003-2007 yıllarının dinamizmi (AKP’nin Lale Devri) tarihe karışmıştır.

İki güzergâh gündemdedir. Ya faal nüfus artışlarını ancak karşılayabilen; işsizlik oranını düşüremeyen ihtirassız, ılımlı, orta halli bir gelecek… Ya da, küçülme, kriz içeren olumsuz (IMF’cilerin yeğlediği terim ile “downside”) senaryo…

Dış kırılganlıklar
Bu olumsuz senaryoya göz atalım. Rapor’a göre bunlar büyük ölçüde dış kırılganlıklar ve bunların yapısal yansımaları ile ilgilidir.

Özeleştiri, IMF’nin tarihsel misyonu ile bağdaşmaz; kurum geleneğinde de yer almaz. Bu nedenle Türkiye’nin bugünkü dış kırılganlıklarının kökeninde IMF’nin oynamış olduğu rol algılanamaz.

Son Rapor’un dışsal kırılganlıklarla ilgili teşhislerine bakalım: IMF, iki temel bozukluk belirliyor: Yurt içi tasarruf oranının düşüklüğü ve dış kaynak girişlerinin yüksek olduğu dönemlerde özel sektör dış borçlarının tırmanması… (Paragraf 46)

Bunlar, son tahlilde 1998-2008 yıllarında Türkiye’nin makroekonomik yapısını tümüyle biçimlendirmiş olan kesintisiz IMF programlarının eseridir. Bu programların ana öğelerini sıralayalım: Serbest sermaye hareketleri + Sıkı para politikası (yüksek faiz) + Dalgalı (serbest) döviz kurları (ucuzlayan döviz)… Kaçınılmaz sonuçlar, IMF’nin bugün saptadığı durumdur: 1998-2015 arsında yurt içi tasarruf oranının %24’ten %13’e düşmesi… Yüksek TL faizi nedeniyle şirketlerin ucuzlayan dolarla ve tırmanarak borçlanması…

TL kredileri niçin pahalılaştı? Sıkı para politikası nedeniyle… Dolar niçin ucuzladı? Serbest sermaye hareketlerinin 2003 sonrasında canlanması ve dalgalanmaya bırakılan döviz kurları nedeniyle…

Bu ortamın bugünkü göstergelerini sık sık inceledik. Bir de IMF Raporu’nun tespitlerine göz atalım:

»Cari işlem açığının (enerji faturası dışlansa dahi) süregelen yüksek oranı (Tablo 1)…

»2017 ve 2018’de dış finansman gereksinimin 204 ve 218 milyar dolara, milli gelirin yüzde 31 ve 32’sine çıkması (Tablo 4)…

»Net döviz rezervlerinin düşük düzeyi; dış borç servis oranının kesintisiz yükselmesi (Şekil 2, s.32, Tablo 3)…

»Şirketlerin yüksek döviz borçluluğu; bunların kur ve faiz hareketleri karşısında artan riskleri (Paragraf 13, 32, Ek 3)…

»Dış varlıklarla dış yükümlülükler arasında açılan fark ve bu bozulmanın 2016 sonrasında da sürme öngörüsü (Tablo 4)…

Kâbus senaryosu…
Bu kırılganlıklar IMF Raporu’nda bir kâbus senaryosunun da yer almasına yol açıyor: “Sermaye akımlarında büyük boyutlu çıkışlar veya ani bir duruş [sonunda]… şirket iflasları ve bankalarda ödeme güçlükleri meydana gelebilir ve borçların yeniden yapılandırılması gerekebilir.” (Paragraf 36)

Dış borçların yeniden yapılandırılması mı? 2001’de Arjantin, 2011’de Yunanistan, İspanya ve diğerleri gibi mi?

Bu vahim senaryo, dövizde tırmanma, bilançoları bozulan şirketlerin borç ödeme çabaları, bunların sonunda kredilerde, yatırımlarda ve gelirlerde daralma halkalarından oluşacaktır. Tipik bir finansal ve ekonomik kriz ortamı… (Paragraf 17, 19).

Yanlış algılanmasın: “Normal” koşullarda IMF’nin beklemediği; ancak gündemde olan bir senaryo söz konusudur.

Darbe sonrasına bakışlar
IMF Raporu, darbe girişimine de değiniyor: “Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi sonrasında politik ve ekonomik belirsizlikler artmıştır.” Olağanüstü Hal’de kamu yönetimindeki tasfiyelerin boyutu aktarılıyor: “…BDDK personelinin üçte biri açığa alınmış veya görevden uzaklaştırılmıştır.” Ve özel sektör operasyonları: “4 milyar dolara yakın varlığı olan 4000 şirket veya kurum kapatılmış veya devlet tarafından devralınmıştır.” (Paragraf 2).

Bu bağlamda “başarısız darbe girişimi sonrasında kamunun kurumsal kapasitesinin güvenceye alınması ve hukuk sisteminin etkinliğini artırılması” önerilmekte; “iş dünyasında güven ve yatırım ikliminin yeniden oluşturulmasının önceliği” vurgulanmaktadır (Paragraf 38).

Rapor, OHAL sonrasındaki ekonomik uygulamalara da değinmektedir.

IMF’nin “esnek işgücü piyasaları” saplantısı malumdur; burada da karşımıza çıkmaktadır. Ekim 2016’da İŞKUR Yönetmeliği ile yürürlüğe giren “Kölelik Yasası” onaylanmaktadır. Fazlası da önerilmektedir. “Uygulanması siyasî bakımdan güçtür, ama asgari ücretlerin dondurulması, rekabet gücü açısından olumludur.” Bölgelerarası asgari ücret farklılaştırılması ve kıdem tazminatı sisteminde reform da önerilmektedir (Paragraf 39).

IMF dünyasında kamu açığı/kamu borcu göstergeleri büyük önem taşır. Rapor, geleneksel kamu maliyesi verileri açısından Türkiye’ye iyi puanlar vermektedir.
Ama 15 Temmuz sonrasındaki “yangından mal kaçırma” hamlesi tespit edilmiştir ve geleneksel kamu maliyesi verilerinin yetersizliği anlaşılmaktadır.

Önemli bir uyarı ile başlanıyor: “Mali risklerin yönetiminde iyileşme gereklidir” (Paragraf 27). Özellikle “mega projeler” finansmanında çok eleştiri alan kamu-özel ortaklığı (KÖO) uygulamaları ve Varlık Fonu kastediliyor.

Aktarıyorum: “Altyapı yatırımlarında KÖO’nun artan rolü, malî yükümlülükleri yükseltiyor. KÖO’nun yasal ve denetim çerçevesi dağınıktır. Malî risklerin artan bölümleri Hazine’nin yerleşik onay ve denetim sisteminin dışına çıkmıştır ve kamuoyuna kapalı tutulmaktadır. Merkezî gözetimi, onayı ve saydamlığı sağlayacak kapsamlı bir KOÖ yasası gereklidir. Varlık Fonu, yeni malî ve finansal riskler taşımaktadır. Bu Fon, yayımlanan yıllık raporlar, denetlenen finansal hesaplar, saydam bir yatırım programı ile uluslararası en iyi uygulamaları örnek almalıdır.”

Devlet maliyesinin, uluslararası finans kapitale kapalı, denetlenemeyen bir kapkaç alanı içermesi IMF’nin gözünden kaçmamıştır.

Uyarı şimdilik ciddiye alınmayacaktır. Sonrası? Göreceğiz.

Önemli Not: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, bir KHK ile çökertildi. Bu Üniversite ve Fakülte’nin eski bir mensubu olarak, en azından sessiz kalarak bu yıkımın sorumluluğuna katılan A.Ü. Rektörü Erkan İbiş’i istifaya davet ediyorum.