IMF’siz IMF programı

YALÇIN KARATEPE
yalcinkaratepe06@gmail.com

Türkiye ekonomisin hızla bozulmaya devam ettiği hepimizin malumu; enflasyon artıyor, faizler yükseliyor, TL değer kaybetmeye devam ediyor, güven endeksleri düşüyor, üretim endeksleri zayıflamaya devam ediyor vs.

Yurtdışı piyasalardaki gelişmeler de Türkiye’nin aleyhine işliyor. En son ABD Merkez Bankası FED’ in Başkanı Powell’ın yaptığı açıklamalarda dolar faizinin artacağına işaret etmesi, Türkiye gibi yüklü dış borcu olan ve bunu yeniden finanse etmekte zorlanacağı belli olan bir ülkenin işinin çok zor olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin bozulan ekonomisi sadece bizi değil, aynı zamanda yabancı yatırımcıları da doğrudan etkiliyor. Merkez Bankasının çarşamba günü açıkladığı net uluslararası yatırım pozisyonu (UYP) raporuna göre; yabancıların hisse senedi stoku 2018’in ilk altı ayında %24,7, DİBS stoku ise %20,2 oranında azalmış. Bu azalmanın bir kısmı yatırımcıların satış yaparak ülkeyi terk etmesinden ortaya çıkıyor. Diğer kısmı da hisse ve tahvil fiyatlarının düşmesi ve bunun yanında döviz kurlarının da artmasıyla yabancıların sahip oldukları portföylerin değerinin azalması, diğer bir değişle zarar etmiş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Yabancı yatırımcıların yakından takip ettiği derecelendirme kuruluşları da bu kötü gidişatın farkında olarak Türkiye’nin notunu düşürmeye devam ediyorlar. En son geçen hafta Fitch, zaten yatırım yapılabilir seviyenin altında olan, ülke notumuzu bir kademe daha düşürürken görünümü de negatife çevirdi. Bu ve diğer derecelendirme kuruluşlarının benzer kırık notları yabancı yatırımcıların Türkiye’den kaçmaya ve kaçınmaya devam edeceklerinin önemli bir işaretidir.

Türkiye’yi ekonomik olarak zor günlerin beklediği bir dönemde yeniden IMF ile bir anlaşma yapılıp yapılmayacağı tartışılmaya başlandı.

Ülkeleri IMF ile anlaşma yapmaya zorlayan temel gerekçe piyasalardan kaynak bulmalarının mümkün olmamasıdır. Aslında IMF’den kullanılan kaynağın miktarından ziyade, IMF ile işbirliği yapılıyor olması piyasaların daha çok dikkat ettikleri bir konudur. Bir ülkenin yurtdışı piyasalardan kaynak bulamamasının gerekçesi kreditörlerin o ülkeye kullandıracakları kaynakları tahsil edebilecekleri konusunda tereddütlerinin olmasıdır. Standby anlaşmaları ülkenin mevcut ekonomik sorunlarına “IMF önerileri doğrultusunda çözüm bulma” yolunda ilerleyeceği ve bu ilerlemenin gözden geçirme süreçleriyle denetleneceğini ortaya koyan metinlerdir. Beklenen o dur ki piyasalar bu kapsamda yapılanlara bakarak ülkeye yeniden kredi kanallarını açsın ve “çark” dönmeye devam etsin.

Daha önce 19 kez IMF ile Standby anlaşması imzalayan ve İMF programlarını uygulayan Türkiye’nin yeni bir anlaşma yapma ihtimallini düşük görüyorum. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IMF hakkında seçim meydanlarında yaptığı konuşmaları dikkate aldığımızda yeni bir anlaşma olmayacak diye tahmin ediyorum. Siz Cumhur Başkanı Erdoğan’ın ekonomi danışmanı Cemil Ertem’in dün köşesinde yazdıklarına bakmayın. Çok gecikmeden IMF’nin daha önce talep ettiklerine benzer bir programı, piyasaların da beklentilerini dikkate alarak, hükumetin hazırlayıp uygulamaya koyacağını düşünüyorum. İlk yapacakları iş daha sıkı bir maliye ve para politikasını devreye sokmak olacaktır. Çünkü piyasa ile kavga edecek güçleri kalmadı. Yani “çakarsın bir on milyar dolar, olmadı bir on milyar dolar daha” diyecek kaynakları yok.

Dün Merkez Bankası net döviz rezervinin 27,7 milyar dolara indiğini açıkladı. Cari açığın yarısını bile finanse etmeye yetmeyecek bu miktar kurlar üzerindeki baskının artarak devam etmesine yol açacaktır. Bu nedenle önümüzdeki hafta TCMB Para Politikası Kurulu’nun faizlerde bir artışa gitmesi kaçınılmaz görünüyor.