IMF’nin Türkiye Ülke Raporu yayınlandı. 70. yaş gününü kutlayan bu şaibeli mali kuruluşun, “7’sinde neyse 70’inde de o”  olduğu açık. Öyleyse “AKP’ye düşen IMF’ye sarılır” misali, her sayfada hikmet aramak yersiz. Zaten rapora damgasını vuran neoliberal itikadın,  yer yer eleştirilere karşın AKP politikalarıyla uzun boylu bir sorunu da yok.

IMF  başta Avro Bölgesi, uygulandığı tüm coğrafyalarda yıkıma neden olan mali sıkılaştırmayı Türkiye’ye de önermekten geri durmuyor. Halbuki 2014 yılında yüzde 3 civarında kalması beklenen ekonomik büyümeye, özel tüketimin katkısı neredeyse sıfır olacak. Bunun en önemli nedeni de, yüzde 9’u geçen tüketici fiyatları enflasyonuna rağmen, ücretlerin reel anlamda düşmesi. Eğer kamu çalışanlarının, asgari ücretlilerin, emeklilerin gelirleri enflasyon oranında dahi artsaydı, talep etkisiyle ekonomik büyüme daha hızlı gerçekleşirdi. Kamu harcamalarının kıpırdanışına karşın, vergi gelirleri de buna paralel sıçrar, bütçe açığına net etkisi sınırlı olurdu. Sorun, kamu harcamalarının miktarı değil, bileşimidir. Hayatları karartan savaş harcamalarıyla, emeklinin yüzünü güldürecek maaş ayarlamalarının her ikisi de bütçeye gider yazılır. Halbuki ikincisinin insani ve toplumsal kabul edilebilirliği yanında, ileri ve geri beslemelerle büyüme ve istihdama olumlu katkısı  daha fazladır.

IMF raporu, kısmi zamanlı ve geçici çalışmayı yaygınlaştıracak “Ulusal İstihdam Stratejisi” ni yere göğe koyamıyor. Böylelikle daha da düşecek ücretlerin, ihracatta rekabet gücünü artırmasını bekliyor. Ayrıca, kısmi zamanlı çalışanların emeklilik ve kıdem tazminatı haklarını daha da kısıtlayacak “karşı reformlar” önermekten de geri durmuyor.

İdeolojik çerçevesi ve ekonomi politikaları önerileri gözönüne alındığında, “IMF cephesinde yeni bir şey yok” demek olanaklı. Ne var ki, 2014 Türkiye raporunun önemi, bir büyüme modelinin iflasını rakamlarla ve kanıtlarla ortaya koymasından kaynaklanıyor.

Türkiye ekonomisi, sıcak para tabir edilen sermaye girişleriyle; özel sektörün dış borçlanması, hane halkının da finansallaşma marifetiyle gelirinin üzerinde bir harcama kapasitesine kavuşmasıyla hızlı büyüme oranları yakalayabilmişti. Artık bu model tıkandı. 2012-2014 arasında ortalama büyüme yüzde 3’te kaldı. IMF 2014-2019 dönemi içinse, yüzde 3,4 büyüme öngörüyor. Bu trendin yakalanabilmesi de ancak dış konjonktürün olumlu seyretmesine ve Washington patentli acı reçetenin uygulanmasına bağlı.

Türkiye’nin yıllık brüt dış finansman gereksinimi GSMH’nin yüzde 25’ine dayanmış durumda. IMF’nin hesaplarına göre, 2015 yılı için 225 milyar dolar dış kaynak bulunması zorunlu. Çünkü bir yandan 50-60 milyar dolar aralığında seyredecek cari açık finanse edilmeli, öte yandan da dış borçların ana para ve faiz ödemeleri aksatılmamalıdır. ABD’de faiz artışlarının hızlı seyretmesi veya  dış borçların ödenmesinde   bir aksaklık ortaya çıkması halinde, senaryo bozulacak, ekonomi karaya oturacaktır.

Ayrıca IMF, TL’nin değerli olduğu, yüzde 10-20 arasında bir devalüasyona gereksinim duyulduğu görüşünde. Faiz oranlarını da düşük buluyor, enflasyon yüzde 9’u aşmışken eksi reel getirilerle tasarrufların cezbedilemeyeceğini düşünüyor. Halbuki Türkiye’de tam tersine, RTE’nin telkinleriyle Merkez Bankası’nın ne zaman faiz indireceği tartışılıyor. Rapor ayrıca, 135 milyon dolar olarak ilan edilen brüt döviz rezervlerinin benzer ülkelerin gerisinde kaldığını, aslında 47 milyar dolar düzeyindeki net rezervlere bakılması gerektiğini söylüyor. Çözüm olarak da, kurları yukarı çekecek döviz alımları öneriyor.

Özetle, IMF raporu Türkiye ekonomisi için hiç de parlak sayılamayacak bir orta vadeli tahminde bulunuyor. Bu vasat tablo bile ciddi riskler içeriyor. Öngörülerin gerçekleşmesinin bir koşulu da, emekçilere  yeni tuzaklar kurulmasıdır. Emek maliyetlerinin tırpanlanmasının mükafatı ise, “ölme eşeğim ölme” performansına rıza göstermek olacaktır.

Öte yandan, Türkiye’de toplumsal muhalefetin ve emek güçlerinin seçimden önce bir krizden medet umarak, “Godot’u bekleme” lüksü yok. AKP düzenine karşı direnmek için yeterince neden fazlasıyla var.

***

Obrigado Alex ! Her zaman gönlümün 10 numarası olarak kalacaksın !