Çocukken büyük mitingleri izleyen biz şimdi, adliyenin karşısına açılan Starbucks’ın gece bıraktığı sandalyelerde takılıp, devletin yargıladığı insanların duruşmalarını dışarıda takip eden yakınlarına bakıyoruz

“İmkânı olan delirsin”

EFE SUBAŞI

Mahallemize terin soğumasıyla gelen akşam üstleri, otobüs seferlerinin seyrelmesiyle kesinleşir. Devletin mesai saatleri dışında otobüs göndermediği, Kuştepe’yle Nurtepe arasından bir çıban başı gibi uzanan bu mahalle bizim: Çağlayan.

Ben küçükken şimdi İstanbul Adalet Sarayı’nın olduğu yerde Çağlayan Lisesi vardı. Lisenin karşısında top sahası, şimdi Starbucks ve Özsüt’ün olduğu yerde de Gürsel Spor’un lokali. Lokalde o zamanlar bira satışı serbestti. Mahallemizin veteran topçuları lokalde bira içip bizim maçları izler, maçtan sonra genel değerlendirmelerle maçın analizini yaparlardı. Biz direktifler doğrultusunda eğer güzel şeyler söylenmişse mutlu olur, maçtan sonra azarlanırsak “bu ayyaşlar futboldan ne anlar” diye hayıflanırdık. İçinde bir platonik aşk olsa hikâyemizin “dar alanda kısa paslaşmalar” filminden eksiği yoktu.

Çağlayan’ı mecburiyetler mahallesi olarak adlandırmışımdır hep. Doksanların sonu ikibinlerin başında doğudaki savaş ve işsizlik yüzünden buraya göç eden aileler, 2001 krizinde dibe vurup kiraları daha ucuz ama şehrin göbeğine de yakın diye taşınanlar, şimdi de ülkelerindeki savaş yüzünden Türkiye’ye sığınmış ve İstanbul’a gelip Çağlayan’da tutunmaya çalışan Suriyeliler ve “Sivaslı” saatçiler. Bir de semtimiz esnafının “capon” diye çağırdığı Moğol işçiler var ki onların durumu hiç gündem olmuyor. Çağlayan tekstilleri Birleşmiş Milletler Meclisleri gibi, neyse.

Adliye yapılmadan önce bankalar geldi mahallemize. Açılan bankalardan sonra Şişli’deki Cevahir AVM’nin de açılması, bankalardan çekilen krediler ve Cevahir’in rengarenk görüntüsü hepimizi bir altı ay kadar başka hayatlar yaşayacağımıza inandırdı. Sonra adliyenin yapılacağı haberini aldık.

Adliyeyle birlikte nedense bütün mitçilerin Çağlayan’a taşınacağı haberi yayıldı. Mahalleyi anlamsız bir ciddiyet sardı, veteranlar bile lokale gömlekle gelmeye başladı. Çağlayan kitlesel mitinglerin toplanma alanı olduğundan cumhuriyet mitingleri, peygambere hakaret eden karikatürün kınanması, 1 Mayıslar, 8 Martlar’dan falan politik meselelerin içindeydik ama bu sefer başkaydı.

Lokalde bütün meseleler mahkeme salonu ciddiyetinde tartışılmaya başlandı. Sonra Çağlayan Lisesi’ni yıktılar, lokalde bira yasaklandı. Top sahasının da kapatılmasıyla müdavimler Abide-i Hürriyet Parkı’nda takılmaya başladı. Parkta mangal, belediyenin spor aletleriyle oynamaca, tam eski hava yeniden yakalanıyor derken parka bekçi atadılar; parkta mangal yasaklandı. Ben o ara liseye başlamıştım. Maç yapmayı da bırakmıştık. Sanki çok hızlı gelişti her şey, adliye yapıldı. Mahallenin abileri adliyenin Okmeydanı yönüne doğru E-5 kenarındaki çimlerde yeni ortamı kurdular.

Neden sonra veteranlar bir bir dökülmeye başladı. İçlerindeki öfke başkaydı ama öfkelerini dindirecek ortamı yakalayamadılar. Önce kendi aralarında birkaç kavga çıktı. Sonra barıştılar. Park sürecindeki davalar zamanı Gece “ben solcuyum beni de alın haniniz ulan haniniz” diye adliyeye bağıranlar oldu. Çıkan beraat kararlarına sevinç çığlıkları atan yakınların, sevinçleri şerefine kadeh kaldıranlar da. Ama akıllara kazınan İsa abinin çıldırması oldu. İsa abinin gecekondusu Çağlayan’da yıkılan birçok bina gibi yıkıldı. Yeni binada kiracı olamayacağını anlayınca Nurtepe’ye taşınan İsa abinin, ortamdan kopması herkesi inceden bir üzdü ama dışarıya çok yansıtmadılar.

Olay taşınmadan bir ay sonra gerçekleşti. Nurtepe’den düşürdüğü kaçak vodkayla arkadaşlarına süpriz yapmak için gelen İsa abiyi, adliyenin önünden geçerken polis çevirmiş. Polislere eskiden burda oturduğunu arkadaşlarını ziyarete geldiğini buranın önceden top sahası olduğunu anlatmış. Polisler üstünü aramak isteyince karşı çıkmamış ama bir polisin üstünü ararken “dayı amma sert kıçın var he” demesi İsa abinin çıldırmasına sebep olmuş. Polisin kurduğu ve benim de tekrarlamak istemediğim o cümleden sonra arkadaşlarının yanına gözleri dolu dolu giden İsa abi vodkayı on dakikada halletmiş. Sakinleştirmeye çalışmışlarsa da dinlememiş.

Ben olaya en sonunda vakıf oldum. Adliyenin oraya çıktığımda İsa abi polislere doğru koşup üstünü başını yırtıyordu. İlk başta ne olduğunu anlamadım. Ben de peşinden koşmaya başladım. İsa abi: “yeter lan mahalleyi bitirdiniz evimi yıktınız bir beni sikmediğiniz kaldı alın lan burdayım alın lan” diye bağırırken pantolonunu indirip adliyeye arkasını döndü. Polisler önce ne olduğunu anlamadılar. Arkadaşları da adliyeye doğru koştuklarında polisler İsa abiye müdahele etmeye başladılar: “bırakın lan savcı gelecek, hakim gelecek buraya” diye bağıran İsa abiden sonra diğer veteranlar “siz kimin mahallesinden kimi alıyorsunuz” diye bağırarak arbedeye katıldılar. Sonuçta İsa abiyi vermediler. Bu olay uzun süre Çağlayan’da konuşuldu. Suriyelilere Moğollara bile tercüme bir şekilde anlatılmaya çalışıldı. Ne kadar anladılar bilemem.

Çocukken büyük mitingleri izleyen biz şimdi, adliyenin karşısına açılan Starbucks’ın gece bıraktığı sandalyelerde takılıp, devletin yargıladığı insanların duruşmalarını dışarıda takip eden yakınlarına bakıyoruz. İsa abinin yaptıklarını hatırlayıp, arada bir de polisin izin verdiği müddetçe adliyenin önündeki beton düzlükte maç yapan çocuklara penaltı çekiyoruz.