Evinin elektrikleri kesildikten sonra yaptığı konuşmasında Kılıçdaroğlu’nun şu cümleleri çok çarpıcıydı: “Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu sistem artık miadını doldurdu. Neoliberalizm artık can çekişiyor. Sıradan insanların öfkesine yenilmek üzere neoliberalizm. İmkânsız görünen düşüncelerin zamanı gelmiştir. Devletler insanların temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Neoliberalizmin sonu gelmiştir.”

Kılıçdaroğlu’nu sıklıkla eleştiririz, ama şimdi bu söylediklerine ne demeliyiz? Çok güzel! Ama temkinli bir güzellik, orası ayrı. Solcuların uyarıları mı işe yaradı, yoksa başka bir durum mu var, bilemeyiz tabii ki…

Malum, 1970’li yıllarda ortaya çıkan neoliberalizm, devletin piyasaya müdahalesini asgari düzeye indirmeyi ve özel sermayeye her türlü imkânı sağlamayı amaçlar. Türkiye’de de neoliberalizm, 12 Eylül faşist darbesinin taşlarını döşeyen 24 Ocak kararları ile uygulanmaya başladı. Süleyman Demirel ve Turgut Özal ve tabii Kenan Evren bu icraatın baş aktörleriydi, sonrasını da Çiller, Erdoğan halletti. Neoliberalizm her türlü faşizmi bir aparat olarak kullanabildi, başta sendikal haklar ve emekten yana her şey hep çiğnendi, özelleştirmelerle yoksulluk ve gelir uçurumu derinleşti.

***

Belki yanılıyorumdur, ama Kılıçdaroğlu neoliberalizm hakkında 6 yıldır konuşmamıştı, tespit edebildiğim kadarıyla adını anarak neoliberalizm eleştirisini sadece 2016 yılında yapmış ve Politikyol internet gazetesinde şöyle demişti: “Neoliberal modelin ve tahakkümün insanı ve doğayı sömürge alanı haline getiren saldırısına karşı sosyal demokrasinin tarihsel karşı çıkışı zorunludur ve bunu yapacak tek güç CHP’dir.”

Buna rağmen neoliberalizmin temsilcileriyle temasını hep sürdürmüştü. Sadece TÜSİAD filan değil, mesela geçen yıl o alanda dünya çapında temayüz etmiş olan Prof. Daron Acemoğlu’dan feyiz almıştı. Her neyse, oyunbozanlık yapmadan devam edeyim. Kılıçdaroğlu’nun bu kısa konuşmasında sınıfsal eşitsizlikleri de vurgulamış olması elbette önemli. O düzlemde adeta İngiltere’deki Jeremy Corbin, ABD’deki Bernie Sanders üslubuyla dünyanın demokrat muhaliflerine bile sesleniyor. Ama “bildiğimiz” Kılıçdaroğlu elbette temkinli olmaktan da vazgeçmiyor. Tavrının bir pasif direniş olduğunu vurgularken, acaba aktif direnişi önlemek için mi böyle yapıyor sorusu da akla gelmiyor değil, çünkü bunu hep yapıyor.

Peki, bugüne dek yoksulluğu sadece teşhir etmekle yetinen bir Kılıçdaroğlu’nun şartlar gereği tekrar ve mecburen sosyal demokrasiyi hatırladığını söyleyebilir miyiz? Yani CHP’nin sosyal demokratlığı sayesinde en çok oy aldığı dönemleri. Bunun cevabını da önümüzdeki süreçte kendileri vereceklerdir.
Böylece CHP bir kez daha yol ayrımına mı geldi? Fakat TÜSİAD ziyaretlerinde neoliberalizmin, DİSK ziyaretlerinde emekçilerin savunusunu yapmanın işe yaramadığını, oy kaygısıyla da olsa artık emekten yana bir tavır alacağını söylemek için belki fazla iyimser olmak gerekir. Muhtemelen yine sermayeyi gözeten “dengeci” tutumunu sürdürecek, yeri geldiğinde yine neoliberal politikalara aslında karşı çıkmadığını, Babacan örneğinde olduğu üzere, sergileyebilecektir.

***

Yine de anlaşılıyor ki CHP ve Kılıçdaroğlu da sadece “güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş”ün çare olmadığını görmek zorunda kalıyor. Çünkü neoliberalizmin bittiğini duyurmasının devamında, onun yerine konulacak şeyin mutlaka kamucu-halkçı bir sistem olması gerektiği de kendilerine hep hatırlatılacaktır.

Özelleştirme, taşeronlaştırma gibi neoliberal uygulamaların sonucu nedir? Sağlık, eğitim, yaşlı ve çocuk bakımı, sosyal güvenlik ve altyapı gibi kamusal hizmet alanlarına kaynak ayrılmamasıdır. Peki, bunu bitirmek için ne yapmak gerekir? Yandaş müteahhitlere rant aktarılmasının yarattığı toplumsal hasarı onarmak da dâhil, bütçenin öncelikle gelir ve servet adaletsizliklerini giderecek şekilde yapılması gerekir. İşte Kılıçdaroğlu, o güzel cümlelerin devamında, gelir ve servetin emekçi sınıflardan mülk sahibi sınıflara aktarılmasını önleyecek çarelerini sıraladığı ölçüde, neoliberalizmi bitirme sözü de inandırıcı olacaktır.

Sosyalistler, Kılıçdaroğlu’nun neoliberalizm eleştirisini anlamlı bulsa bile haliyle pek inandırıcı bulmayacaklar, o sözlerin devamının gelmeyeceğini bilerek eşitlikçi, özgürlükçü, halkçı, kamucu, laik bir Türkiye için mücadeleyi sürdüreceklerdir. İyi de imkânsız görünen düşünceler mi bunlar?

Ama ne demişti Kılıçdaroğlu? “İmkânsız görünen düşüncelerin zamanı gelmiştir!”