Allen Klein’ın ‘Yaşama Nasıl Bakıyorsunuz?’ adlı öyküsü şöyledir:

Fransa’da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir. Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar: “Ne yapıyorsun?”

“Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır işçi. “Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.”

Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar: “Ne yapıyorsun?”

İşçi yanıt verir: “Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.”

Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler. “Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.

“Görmüyor musun?” der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak. “Bir katedral yapıyorum.”

‘İmkânsızın Politikası’ kitabında Jean-Michel Besnier, bir yandan Hegel ve Nietzsche dolayımıyla düşünce tarihiyle hesaplaşan Kojève ve Heidegger’in politik tavırlarını, diğer yandan Sartre’ın ‘bağlanma’ kavramını tartışır. Kitapta asıl öne çıkan kişi, özgün entelektüel duruşuyla Georges Bataille’dir.

Bataille’a göre, ‘ortak hiçbir şeyleri olmayanların ortaklığı’nı gerçekleştiren aşk, politikanın boşuna peşinden koştuğu ortak varoluşun temelini oluşturan ‘istekler çakışması’ için ideal mekândır. Bu nedenle, Bataille’ın politik tasavvurunda iktidar, geçerliliği kalmamış bir düşünce düzenine aittir. Politik bağlanmaya anlamını veren şey iktidar değildir; tersine, iktidar, vazgeçilmek zorunda olunan şeydir.

“Gerçekçi ol, imkânsızı iste,” diyen Che’den sonra imkânsızı istemeyi unuttuk galiba. Komünizm umutlarının çöküşü, faşizmin yeniden hortlaması, cemaatler, politik kimlik bunalımları, entelektüel ve ahlâki ölçülerin yok olması...

İmkânsızı istemek günümüzde absürt oldu.

Tarihte gerçekleşen bazı örnekler, eskinin imkânsız olarak gördüğümüz şeyleri değil miydi? Geçmişte bir şeye imkânsız dememiz de bugün gibi iktidarın bize empoze ettiği siniklikten kaynaklanmıyor muydu? İktidar geçmiş deneyimlerimizi bile şekillendirmemiş miydi?

Oysa imkânsızı istemek motivasyon ve hırs kazandırabilir. İmkânsızı aramak bize sonunda kazanım olarak geri döner.

İmkânsız, var olan sisteme ve totaliterliğe itirazdır. İmkânsızdır demek ise, korkakların yaşam biçimidir ve yenilmişlerin savunmasıdır, onlar için bağımsızlık yoktur. İmkânsız, isyan ederken beklemeciliğin ve sabrın reddidir. İmkânsızdır demek vazgeçmeyi alışkanlık haline getirir. Devrimin ve aşkın yolu imkânsızı istemekten geçmez mi?

Fotoğrafın, romanın, öykünün, müziğin kısaca sanatın her disiplini için sanatçının yaşamın çelişkilerini keşfetmesi, yokluğun ve tutkunun sınırlarını zorlaması gerekir, iyi sanat eserleri ve özgün fikirler ise imkânsızın denenmesiyle üretilir.

Neitzsche; “Dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın içinde kaos olmalıdır,” der. İmkânsızdır demek, düşlerinizi parçalar, cesaretinizi kırar, insanı köle eder.

İmkânsızın Politikası’ kitabında Jean-Michel Besnier (çeviri: Işın Gürbüz): İmkânsızın politikası;- “ölüm olasılığı karşısında kendilerini mutlak bir yoksunluk içinde bulacak kadar yalnız, bir o kadar kadersiz insanları, mücadele etmek için köklü nedenleri olmayan ve mücadele karşısında kendilerini kaçınılmaz olarak korkak hisseden insanları, bu bir tür bilinçli ve mezbahadaki yazgılarına boyun eğmiş koyunları” -devrim, ortaklık ve içsel tecrübe yoluyla kışkırtmayı ister. “İmkânsız”, bir kopma düşüncesini çağrıştırır. Kurban etmede, cinayette, usa aykırı şiirde, bizi söylem alanının dışına fırlatan gülmede, ölümü önceleyen ve bizi yıkımın kıyısında tutan esrime ve hazda ve aynı zamanda tarihin kenara itilmişlerinin coşkulu hareketlerini kışkırtan politik eylem içinde ortaya çıkar.

Politikanın yanı sıra yazının da yıkıcı olabileceğini anlatır Bataille. Çünkü hayal kırıklığıyla sonuçlanmış da olsa eylemden sonraki atalet bizi asla yatıştıramaz. Yazı yoluyla, imkânsızın politikasının doruğuna tek başına çıkarız; fakat yalnızca tek başına değil, çünkü yazarak kendimizi ötekine veririz. Ve böylece, imkânsızın politikası mümkünün politikasını keşfetmenin yolu olur...

Herşeyden öte imkânın sınırlarını görmek için, hiyerarşinin çizdiği rotayı terk etmek, imkânsızı denemek lazım. Allen Klein’ın öyküsündeki işçiler için de, sömürülen tüm emekçiler için de doğrudur bu söz...