İmkânsızı nadasa bırakanlar

MELİKE ZERYA AKBAŞ

Okurların daha önce 1864 Çerkez sürgünü ve soykırımını ele aldığı ‘Adsız Roman’ kitabıyla tanıdığı Sema Soykan’ın yeni kitabı ‘Keşke-Bir Köy Enstitüsü Romanı’ Alfa Yayınları tarafından okurla buluşturuldu.

“Bozkırı yeşertmek ne kadar sürer… Bir mevsim mi? Gençlik, Eğitim, Aydınlanma, Özgürlük ne kadar sürer… On yıl mı? Pişmanlık ne kadar sürer… Çeyrek asır mı? Aşk ne kadar sürer… Bir ömür mü?” sorularının peşine düşen ‘Keşke’, Sema Soykan’ın öğretici kalemi ve akıcı üslubuyla sırlar ile özlemler, mağlubiyetler ile galibiyetler, imkânsız ile mümkün arasında savrulan altı hayatın perdesini aralıyor.

Aralanan bu perdelerden gördüğümüz yalnızca bireysel hayatlar değil. Arka planda genç bir ülkenin büyüme ve kalkınma çabalarını, zihinlere umut ekip imkânsızı nadasa bırakanları, bu yolda karşılaştıkları zorlukları, uğradığı ihanetleri de görüyoruz. Temeline Köy Enstitülerinin açılışından kapanışına dek geçen süreci alan roman, kısa zamanda ülkenin ve toplumun tarihine unutulmaz işler bırakmış bu kurumun işleyişine, benzersiz eğitimine ve kapatılmalarının ardındaki nedenlere de mercek tutuyor.


Romanın ana zamanı 1977’de geçse de Aksu Köy Enstitüsü’nde eğitim almış iki karakter üzerinden 1940’lı yıllara dönülüyor. Fikret Sağlam’ın hapishaneden yazdığı notlar ve Nedret Sarih’in bir hastane odasında yatak komşusuna anlattığı anılar üzerinden geçmişin gizem perdesi aralanırken karakterlerin sırları da bir bir ortaya dökülüyor ve Köy Enstitüleri’ne dair pek çok detay gözler önüne seriliyor. Bu kurumlarda yetişmiş yahut bu kurumlara hizmet etmiş, günümüzde de adları saygıyla anılan pek çok isim de satır aralarından okuru selamlıyor.

Romanın 1977 senesinde geçen bölümündeyse Fikret’in kızı Sabia ve Nedret’in oğlu Tarık üzerinden gelişen olayları takip ediyoruz. Elbette tanımlar konusunda da sürprizler bekliyor bizi. Gözaltına alınan babasının izini süren Sabia’nın yolu, doktorluk yaptığı hastanede Tarık ve Nedret’le kesişince genç kadın bir yandan kendisinin ve babasının geçmişine dair sır perdesini aralamaya başlarken bir yandan da kendini mantığına yediremediği ama hiçbir şekilde karşı koyamadığı bir aşkın ortasında buluyor.

Her ne kadar ‘Bir Köy Enstitüsü Romanı’ alt başlığıyla yayınlanmış olsa da ‘Keşke’ ilgi alanını yalnızca enstitülerle sınırlı tutmuyor. Esasen bir yakın dönem Cumhuriyet tarihi olarak da okunulabilecek olan kitapta, 1940-1980 arasında yaşanmış ve ülkenin tarihinde iz bırakmış hemen hemen tüm toplumsal ve siyasi gelişmeler, titiz bir araştırmanın sonucunda elde edilmiş detaylarıyla, sebep ve sonuçlarıyla ele alınıyor. Hatta zaman zaman diyaloglar ve karakterlerin geçmişe dönüşleri aracılığıyla bu tarih aralığının çok öncesine uzanan köklü sorunlara da değiniliyor.

Çok sayıda detay içeren, bilgi ağırlıklı bir kitap olsa da yazarın bu bilgileri bir roman kurgusu içinde anlatması ve karakterlerin hayatlarına dair uyandırdığı merak, beş yüz sayfalık romanın hızla okunmasına yardımcı oluyor. Ana karakterler ekseriyetle okumuş, aydın, soran ve sorgulayan insanlar. Dolayısıyla günlük konuşmaların içinde sıkça ülkedeki gelişmelere ve bunların tarihsel olaylarla bağlantılarına vurgu yapmalarının temeli hazırlanmış. Nedret’in hastanedeki oda arkadaşı Fatma ise aydınlanma sürecine öğretmen Nedret Hanım’la aynı odaya düşmesiyle birlikte adım atıyor. Hayatında ilk kez büyüdüğü çevrenin dışına çıkarak farklı insanlar tanıyan Fatma üzerinden, Köy Enstitülerine yönelik şüphe ve suçlamalar cevaplanırken, okur da Fatma’nın gelişimine tanık oluyor.