Yıllar önce Çin’de imparatorun “ruhumu koruyacaklar” diye, köleleştirilmiş köylülere uzaklardan kil taşıtarak yaptırdığı terakota savaşçısı heykellerini görmüştüm

Yıllar önce Çin’de imparatorun “ruhumu koruyacaklar” diye, köleleştirilmiş köylülere uzaklardan kil taşıtarak yaptırdığı terakota savaşçısı heykellerini görmüştüm. Milattan Önce 210 yılında binlerce köylünün kırbaç darbeleri altında taşıdığı toprak, usta ellerde insan boyutlarında heykellere dönüşmüştü. Ne var ki bir an önce bitirme sabırsızlığının dayattığı acımasız koşullar ve şiddetin yol açtığı ölümler, işin sonuna gelinirken, köylülerin canına tak etmiş ve ayaklanıp, hınçlarını terakota savaşçılarından çıkarmışlardı. Binlerce kırılıp dökülmüş terakota savaşçısı heykeli uzun yüzyıllar toprak altında kaldıktan sonra, 1970’li yıllarda onarılmaya başlanmış, ancak bir süre sonra yüzeye çıkarılıp onarılan savaşçılar renklerini kaybetmeye başlayınca, onarım işi durdurulmuştu.

Bugünden bakınca imparatorun yaptığı bir delilik olarak görülebilir. Ancak eğer “ruhumu koruyacaklar” diye yaptırılan terakota savaşçılarına böyle bakacaksak, günümüzün Kanal İstanbul’unu ya da kentlerde yükselen sayısız rezidans, otel, iş ve alışveriş merkezine ne diyeceğiz? Birçok yerde alışveriş merkezleri yapılırken, diğerleri kapanma sorunuyla karşı karşıya. Dahası suyun kıt olduğu bir ortamda su havzalarında oto yollar öncülüğünde konut siteleri mantar gibi biterken, büyük kentlerin hemen hepsinde % 20-30’ları bulan ihtiyaç fazlası konut bulunuyor. Bu kentlerin çeperlerinde oluşan yatırım amaçlı alınmış, ancak kimselerin oturmadığı hayalet siteler ve düşmeye başlayan konut satışları olası bir krizin haberciliğini yapsa da, inşaat sektörü durmak niyetinde değil. Bu durum bir delilik ve irrasyonellik ise imparatorun ve imparatorluğunkinden geri kalır yanı yok.

İmparatordan neyi ya da kimi anlayacağımız yoruma açık. İsterseniz durumu kişiselleştirip Erdoğan’ı alın. Ankara’da AOÇ arazisine bir birikimi tahrip ederek inşa edilen başkanlık sarayı karşıdan “imparator burada oturacak” diyor. Mahkeme kararlarına rağmen inşaat tüm hızıyla devam ediyor; İmparator edasıyla kendini yasaların üstünde gören Erdoğan “mahkeme kararı tanımam, bir an önce bitirin” diyor. Belli ki çılgın etiketli Kanal İstanbul ve benzeri projeleri buradan yönetmek için sabırsızlanıyor.

İsterseniz durumu, Negri gibi, “imparatorsuz bir imparatorluk” olarak düşünüp, onun kendini yeniden üretmek için rant makinası haline getirdiği kentlerini gözünüzün önüne getirin. Sonunda akıl dışı bir sistem, insan ihtiyaçlarından arındırılmış ve maliyetini insanlara ödeten biçimde, “kapitalizmin ruhunu korumaktan” başka bir şey yapmıyor.

Günümüz koşullarının giderek imparatorluk koşullarını anımsatması sadece iktidarla mekân arasında kurulan ilişkiden kaynaklanmıyor. Mekânın üretim koşulları da giderek daha fazla imparatorluğun koşullarına benziyor. Milattan öncenin köylülerinin yerinde bugün kentlerin işçileri var. Türkiye her yıl iş kazalarında yaşamını kaybeden 1500 işçiyle Avrupa’da iş güvenliği açısından en sorunlu ülke olmaya devam ediyor. Nasıl olmasın; Erdoğan’ın hızlanın diye 3. Köprü inşaatına gidişinin ertesi günü iskeleden düşen 3 işçi yaşamını yitirdi. Zonguldak’ta madende ölen işçilere bakıp, “güzel öldüler” diyen yardımcısını, “bu işin fıtratında var” diyerek tamamlayan bir Başbakanınız varsa, ardından Soma’da yaşanana kim kaza diyebilir.

En son İstanbul’da 10 işçinin ölümü bu istatistiklere eklenmiş bulunuyor. Bartın’dan, Tunceli’den, Bursa’dan göç eden bu işçileri geldikleri yerlerdeki işsizlik bu ölüm mekânında buluşturmuş. İşçiler “Haziran’a bitirmeye odaklanıldığını ve bu kar hırsı ve hız tutkusu nedeniyle birçok aksaklığın görmezden gelindiğini” söylüyorlar. İnsani olmayan koşullar sadece çalışma ortamına sınırlı değil. İnşaat alanını ziyaret eden heyettekiler “işçilerin hava ve ışık almayan, son derece sağlıksız yerlerde barındırıldığını, şantiyede işçi sağlığına dair hiçbir önlemin alınmamış olduğunu” söylüyor.

Aradan birkaç bin yıl geçtikten sonra, imparatorluk düzeninin bir kez daha inşasına şahit oluyoruz. Bunu derken haksızlık yapmayalım. Bir bakın terakota savaşçılarının ihtişamına; o binlerce savaşçının her birinin yüz ifadesi diğerinden farklıdır. Bugün yapılan alışveriş, iş merkezleri ve konut blokları için aynı şeyi söyleyebilir misiniz? Her biri diğerinin karbon kopyası gibi duruşlarıyla aslında bir “yüzsüzlük” içindeler. Aynı yüzsüzlüğü bu binaların sahipleri de taşıyor. Son kazada firma sahibi bakımı yapılmamış asansörün yere çakıldığı bir durumda, basının karşısına çıkıp, işçileri dikkatsizlikle suçlamaya cesaret edebiliyor. Soma’da da öyle olmuştu!

Doğrudur; emekçiler dikkatsizdir, sonunda kırıp dökerler. Çin’de köylülerin yaptığını hatırlayalım!