Hollywood kasabasının şerifi Clint Eastwood’un tank görüntüsüyle başlayan filmlerinden korkmak lazım. 1986’da yaptığı Heartbreak Ridge/Zorlu Yokuş mesela... Namlusunu kaldırmış üstümüze üstümüze gelen bir tank görüntüsüyle açılan film Amerikan Deniz Piyadeleri’nin ne sıkı herifler olduğunu anlatan aşırı maço bir askerlik güzellemesidir. Filmin militarizm boyutu o kadar yüksektir ki, bittikten sonra “Jenerikte ’Pentagon sunar’ yazısını kaçırdım mı acaba?!” diye yeniden bakma ihtiyacı duyabilirsiniz.

Zorlu Yokuş, beyaz Amerikalı’nın beyaz olmayanları testosteronla çevrilmiş Amerikan değerleri üzerinden eğitme ve ehlileştirmesinin hikâyesidir. Çavuş Highway, başta siyahi er Jones olmak üzere hepsi farklı etnik kökenlerden gelen serseri ve hippi takımını olabilecek en maço yöntemlerle terbiye eder. Finalde bu erkekliğin Grenada’da Küba ordusunu nasıl dağıttığını izleriz -sadece bir kayıp verirler, o da takımın her yönden en zayıf (en az erkek) üyesidir.

Şerifin sinemayı ‘kasaba kanunu’yla aynı şeymiş gibi gördüğünü kanıtlayan yeni filmi American Sniper/Keskin Nişancı da seyircinin üstüne doğru gelen bir tank görüntüsüyle açılıyor –ezan sesi eşliğinde... The Exorcist/Şeytan’dan bu yana biliyoruz ki bir film ezanla başlıyorsa yüzde 95 ihtimalle ‘Doğulu şeytan’ın kötülüğünü ve onu yenmeye çalışan Batılı melekleri anlatmaktadır... Hemen ardından, bir evin çatısına uzanmış keskin nişancının Iraklı çocuğu öldürüp öldürmeyeceğini merak ettiren mizansene geçeriz. Yönetmen-şerif merakımızı gidermek yerine basit bir Hollywood manevrasıyla izleyiciyi yönlendirmeyi tercih eder: Bir flashback yaparak seyirciyi ABD’nin Irak’ı işgali sırasında resmi olarak 160 –gayrıresmi olarak bunun iki katı- kişiyi öldüren meşru katil/keskin nişancı Chris Kyle’ın çocukluğuna götürür. Küçük Chris bir geyik vurmuştur. Babası “Onu hakladın!” diyerek gülümser. Çocuk öldürme konusunda baba otoritesinden gerekli onay ve övgüyü almıştır, sıra izleyicinin onayındadır. Chris’in büyümesini, gelişimini, ‘erkekleşerek’ Deniz Piyadeleri’ne katılmasını, 11 Eylül’ü, Chris’in ‘teröre karşı savaş’ını ve Doğulu şeytanları izleyerek Batılı meleği onaylama noktasına doğru ilerleriz.

Bu sırada Eastwood bize Chris Kyle’ın psikopatolojik halleriyle ilgili hiçbir şey anlatmaz; nasıl fanatik bir bireysel silahlanma yanlısı olduğunu veya Irak dönüşü kurduğu The Craft International adlı ‘güvenlik firması’ için tasarladığı kurukafalı logodaki sloganı da filmde göremeyiz mesela: “Annen öyle olmadığını söylüyor ama, aslında şiddet birçok problemi çözer.” (Michael J Mooney, The Life and Legend of Chris Kyle- American Sniper, Navy SEAL, Little, Brown and Co., 2013)

Eylül 2004’te Ron Suskind, The New York Times’daki bir yazısında, Başkan Bush’un danışmanlarından birinin kendisine şöyle dediğini yazmıştı: “Biz şimdi bir imparatorluğuz, harekete geçtiğimizde kendi gerçekliğimizi yaratıyoruz. Siz bu gerçekliği anlamaya çalışırken biz tekrar harekete geçiyor, sizin anlamak için uğraşacağınız yeni gerçeklikler yaratıyoruz, bu böyle sürüp gidiyor. Biz tarihin aktörleriyiz... ve size, hepinize, bizim yaptıklarımızı anlamak için çabalamak düşüyor.”

Aynı şeyi şimdi Şerif Eastwood yapıyor, belli bir ideolojik gerçekliği bir tüfek dürbününden göstermeye çalışıyor. Neyse ki dünya artık kolay kanmıyor böyle oyunlara; şerif üstümüze ne kadar tank sürerse sürsün, gerçeği başka yerde aramamız gerektiğini biliyoruz artık...