Bu üç olgunun bağlamı, toplumsallığın serüvenini anlamak açısından önemli bir çerçeve sunar. Özellikle politikacı konuşmalarında duymaya alıştığımız ‘inancımız gereği’ vurgusu gündelik toplumsal pratiklerden demokrasi, tolerans gibi siyasi-felsefi alana kadar başvurulan bir anahtar kelime, karşı çıkılamaz bir referans gücündedir.

Modern insan, geleneksel dünyanın kurucu dinamiği olan inancın gücünü ve anlamını idrak edememiştir. Görmeye alıştığı nesnel varlığı onda bulamayınca, adeta yok saymış ya da ilkel, batıl, cahil gibi modern yaftalamalarla ihmal edilebilir alana süpürmüştür. İnançlar arasındaki örtük hiyerarşi de bu dönemde kurumsallaşmıştır.

Küreselleşme, modern kültürlerden daha uzun ömürlü-etkin olan inançların, kapatıldığı yerden çıkması için yeni imkanlar yaratmıştır. İnançların gündelik hayat, söylem ve tutumlarda görülen baskın niteliği bu yeni dönemin yansımalarından biridir.

Bu bağlamda inançları gereği Dağ Keçilerini (ve diğer canlıları) öldürmeye rızası olmayan Dersim toplumunun reflekslerine ve avcılık meselesine bakabiliriz.

Geçtiğimiz hafta Tarım ve Orman Bakanlığı, 15 Bölge Müdürlüğü, Dersim’de Dağ Keçileri de dahil belirli sayıda hayvanın avlanması için bir ihale yapılacağını duyurdu. Bu haberle birlikte Dersim Milletvekilleri, kurumlar (Baro, Belediyeler, İl Genel Meclisi, STK’lar) ve bireyler (imza kampanyasıyla) buna yoğun tepki gösterdiler. Özellikle hukuki-siyasi bağlamda başarılı bir mücadele ile sözkonusu karar iptal edildi.

Bununla birlikte sorun ortada duruyor. Hatta yeniden gündeme gelebilir; çünkü Dersimlilerin geleneklerinin ötesinde boyutları var ve sessizlikle karşılansa da ülkenin de gündeminde.

Modern devletler hayvanları öldürme işini bir meslek ve iktisadi sektöre dönüştüren kurumsal bir yapı inşa etmiştir. Avcılık Yasaları bu kurumsallığın resmi belgeleridir. Mesela Türkiye’de 1937’de çıkarılan 3167 sayılı yasa Her vakit avlanması serbest olan hayvanlar diye bir kategori belirlemişti. Nüfusun büyük bölümünün kırsal alanda, doğa ve hayvanlarla haşır neşir yaşadığı ortamda hayvanların bir bölümünün öldürülmesini açıkça teşvik etmişti.

Bu yasaların dili zamanla ve kısmen değişse de ruhu değişmemiştir. Düşünün 2003’de çıkarılan 4915 sayılı yasa Kara Avcılığının amacını, sürdürülebilir av ve yaban hayatın yönetimi için av ve yaban hayvanlarının doğal yaşam ortamları ile birlikte korunmaları, geliştirilmeleri’ olarak tarif etmiştir. Yani ‘yaban hayvanların doğal ortamlarıyla birlikte korunmaları ve geliştirilmeleri için kademeli olarak öldürülmeleri,’ tam olarak böyle.

Nitekim adına Av Turizmi denilen uygulama ile Av Sektörü küreselleşmiştir. Sistem bunun için bir Yönetmelik bile çıkarmış; böylece ellerinde silahları ve izin belgeleri ile yerli ve yabancı avcılar ormanlarımızda kurbanlarını aramaya çıkmışlardır.

Hayvanların, doğal ortamlarıyla birlikte korunmalarının bir hak ve ödev olduğuna dair geleneksel inançlar, bu yasal düzenlemelerin hiçbir yerinde yoktur. Bu da yasalar çıkarılırken toplumsal dinamiklerin nasıl yok sayıldığını gösterir. Oysa inançları gereği doğal ortamdaki hayvanları öldürmekten imtina eden bir toplumsal coğrafyada, bu değerleri hiçe sayan bir kanuni yetkiyle hayvanları öldürmeye karar vermek bir modern vahşiliktir.

En azından bundan sonrası için toplumsal inançlara önem verilecekse ve inançlar arasında bir modern hiyerarşi kurulmayacaksa Avlanma İhalesi gibi bir şeyin bir daha Dersim toplumunun gündemine gelmemesi gerekir.

Bir adım daha ileriye giderek sadece Dersim’de değil, bu meselenin her yeri etkilediği ülke düzeyinde de adına Avcılık, Av Turizmi denilen bu olgu bir tarihsel vak’a olarak sadece müzelik bir öykü olarak sergilenmeli; gündelik hayat, kurum ve ilişkilerden tümüyle çıkarılmalıdır. Sadece geleneksel inançlar ve evrensel hukuk normları değil, son yıllarda hayvanları araştırma konusu yapan Sosyal Bilimler de (Hayvan Sosyolojisi ve Antropolojisi) bunu gerektiriyor.