‘İnanırsak olur bence'

“Dua eden kişi dua konusu olan şeye kilitlenmeli. İstediği şeye öyle yoğunlaşmalı ki içi kaynasın, vücudunun harareti yükselsin. Bu şiddetli niyet ve arzunun ona kapıyı açacağı kuvvetle muhtemeldir. Mesela, Titanik gemisinden kurtulanların halis bir dua ile Allah’a sığındıkları görülmüştür. Yapılan araştırmalara göre, herhangi bir kişi, (inanmıyorsa bile) denizde boğulmak üzere iken, Allah’a samimi bir şekilde dua ederse kurtulur. Bu, bilim adamlarının ve asırlar boyu denizde boğulmaktan kurtulanların itiraflarıyla bilinen bilimsel bir gerçek.”

Yukarıdaki paragraf, Ahmet Altun’un 2008’de “Tohum” dergisindeki bir yazısından. Geçtiğimiz hafta sosyal medyada tekrar hatırlandı. Dua etmeye inananların bile çoğu bu yaklaşımı eleştirdi.

Haliyle tutarsız bir güdümlü düşünce örneği bu. Titanik’ten kurtulan 705 kişi dua etti de (ki muhtemelen hiçbiri İslam tanrısına) kurtulamayan bin 500 kişi dua etmedi mi? Yoksa dualarında samimi mi değillerdi? Bir samimiyetmetre cihazı yok ki ölçebilelim. Yine de, ölümle burun buruna iken edilen duadan daha samimisi nasıl olur, hayal etmek zor. “Bilimsel gerçek” olarak tek görebildiğimiz, Titanik’deki duaların en fazla üçte birinin cevap aldığı (o da belki; kontrol grubu olmadan bilemeyiz).

Şimdi başka bir kitaptan alıntı yapalım:

“Zenginliği hayatlarına çeken insanlar bolluk ve bereketi düşünür, bunun karşıtı bir düşüncenin beyinlerinde yer almasına izin ver­mezler. Çekim yasasını harekete geçiren de budur.”

“Düşünceleriniz Evren'e yayılır ve manyetik güçleriyle aynı frekans­taki bütün benzerlikleri mıknatıs gibi çekerler.”

“Israrla düşünerek çağırmadığınız hiçbir şey yaşantınıza giremez.”

“Dileğinizi elde ettiğinize inanmalısınız. İnancınız tam ve eksiksiz olmalı.”

“Bir insanın parasının olmamasının tek sebebi, paranın kendisine gelmesini düşünceleriyle engelliyor olmasıdır.”

Bu cümleleri arkaik bir metinden değil, Rhonda Byrne’ın 2006 tarihli çok satan “Sır” kitabından aldım. Byrne, mecazen değil, tamamen somut bir şekilde, düşüncelerimizle iyi veya kötü olayları kendimize çekebileceğimizi söylüyor. Bunu açıklamak için kuantum fiziğinin fantaziden ibaret bir yorumu ile bir sahte bilim çorbası oluşturmuş. Özetle, başınıza iyi veya kötü ne geldiyse hepsinin sebebi sadece ve sadece sizsiniz, çünkü onları düşüncelerinizle çektiniz.
“Enerji, evren, manyetik, frekans” gibi bilimsel terimlerle, birinci alıntıdan ne kadar farklı görünüyor değil mi? Oysa ikisi de tıpatıp aynı safsatalara dayanıyor. Birincisinde yeterince samimi dua ederek, ikincisinde ise ısrarla düşünerek her şeyi yapabileceğimiz öne sürülüyor. Gelin görün ki, birincisini haklı olarak çağdışı ve ilkel bulanların bir kısmı ikinciye mucizevi bir irfan gibi inanabiliyor.

Her iki düşüncenin de temel sorunu yanlışlanamaz olması. Yani iddianın yanlış olduğunu görebileceğimiz bir deney yapmamız mümkün değil. Titanik’teki masum çocuk dua etmesine rağmen boğuldu mu? “Yeterince samimi değildi” denebilir her zaman, çünkü “yeterince samimi”nin önceden belirlenmiş bir tanımı yok. Keza, aynı çocuk “çekim yasası”nı da çürütemiyor, çünkü Byrne’a göre bir şeyi istemeyerek düşüncenizde bulundurmak bile, bilakis onun gerçekleşmesine yol açıyor; yani boğulmayı kuvvetle istememeniz, boğulmanıza sebep oluyor. Şaka yapmıyorum.

Yanlışlanamama kötü bir şey mi? Evet, çünkü bir iddiaya güvenmemizi sağlayan aslında onu yanlışlamanın teorik olarak mümkün olması ama deneysel olarak yanlışlanmamasıdır. Mesela, kızamık aşısının hastalıktan koruduğu hipotezini klinik deneylerle titizce sınarsınız, yanlışlayamadıysanız aşıya güvenirsiniz.

“Çekim yasası” gibi çılgınlıkların en kötü tarafı, insanlara aslında kontrol etme şansları olmayan durumlarla ilgili haksız bir vicdani yük bindirmeleri. Ailen parasız ve aç mı? Suç senin, yeterince güçlü şekilde parayı çekmedin. İçine doğduğun sistemin haksızlıklarından bahsetme; gerçekten isteseydin kazanırdın. Çocuğun kan kanserinden gözünün önünde eriyip gitti mi? Sebebi senin kendi düşüncelerinle bunu çağırmış olman.

Akıl dışılık pek çok değişik kisve ile çıkabiliyor karşımıza. Eskimiş inançları reddetmek kolay ama onların yerine modern görünümlü, bilimsel makyajlı mistisizmlere sarılmak doğru değil.