Ankara’dan milletvekili adayı olarak düştüğüm yollarda özellikle sağ seçmenlerle bir araya geliyorum. Çalışırken seçmenler sıralamayı, seçilme şansımı soruyorlar. Sorular karşısında ifade etmiyorum ama aklıma Lenin’in bir değerlendirmesi geliyor. Lenin hatırımda kaldığı kadarıyla, “biz mücadelelerimizde aldığımız sonuçtan daha fazla bu süreçten öğrendiklerimizle ilgileniriz” der. Bir siyasetçi olarak seçilip seçilmemek kuşkusuz önemli ama sosyal bilimci tarafım, sahadan öğrenebileceklerimi önemli hale getiriyor. Bir miktar o kısmından söz etmek istiyorum.

Daha önce de yazmıştım; ilgili yazında seçmen davranışlarında radikal değişikliklerin ortaya çıkması açısından seçmenin iki duyguya sahip olması önemseniyor. Deniliyor ki, eğer bir seçmen partisinin sorumlu olduğu politikaların ortaya çıkardığı tablodan kaygı duyuyorsa ve aynı zamanda partisine yönelik heyecanının yitirmişse, etrafa yani diğer partilere bakmaya başlar. Çünkü ancak böylesi bir durumda, seçmen yatkınlıklarıyla davranmak yerine, daha fazla düşünmeye ve gözlemeye başlıyor.
Haziran 2015 seçimlerinde AKP seçmeni açısından olan tam da buydu. AKP yaşadığı yenilgiden sonra, Kürtlerle oturulan masayı dağıtıp, savaş ortamına dönerek, kaygıları ortadan kaldırmasa bile, özellikle milliyetçi seçmenler arasında bir heyecan yarattı ve 1 Kasım seçimlerinde oylarını yükseltti.

Sahada gördüğüm; bir kez daha Haziran 2015 koşullarına dönülmüş bulunuyor. AKP seçmeninin dikkate değer bir bölümü gidişattan kaygılı ve heyecanını yitirmiş görünüyor. Bu tespiti yapmakla birlikte, hemen belirtmek gerekir ki, bu hikâyenin yarısını temsil ediyor; diğer yarıda, sorgulamaya başlayan seçmeni ikna edecek alternatif(ler)in varlığı meselesi var.

Bir seçmen uzun süre bir partiye aidiyet hissedip, piyasa terimleriyle, “yatırımını” bu anlayışa yaptıktan sonra, kopuş kolay değil. O nedenle, kuşkulu seçmen kafasını kaldırıp, etrafa baktıktan sonra, bir başka partiye ikna olmazsa ya tekrar partisine, yani AKP’ye dönecek ya da oy kullanmayacak.

Benim hissiyatım verili koşullar altında AKP’nin kuşkulu seçmeninin sınırlı bir bölümünün diğer partilere yöneleceğini söylüyor; kuvvetle muhtemel ki, AKP seçmenin azımsanmayacak bir bölümü bu seçimde ya sandığa gitmeyecek ya da boş oy verecek! Benim sahada gördüğüm bu.

Diğer partilere yönelme konusundaki tereddüt, geniş bir değerlendirme gerektiriyor. O değerlendirmeyi burada yapmayacağım. Bunun yerine yukarıda özetlediğim kaygı-heyecan ikilisi üzerinden Muharrem İnce’nin seçmen üzerindeki etkisi üzerinde durmak istiyorum.

Görünen o ki, AKP ve Erdoğan iktidarından uzun süredir kaygı duyan CHP seçmeni uzun süredir bulamadığı heyecanı Muharrem İnce’de buldu. Dahası İnce, başta HDP seçmeni olmak üzere, CHP dışında da bir heyecan yaratmayı başardı. Muhtemeldir ki, Erdoğan ilk turda seçilemeyecek ve Muharrem İnce ikinci turda, Erdoğan’ın rakibi olacak.

Peki İnce, ikinci turda Erdoğan karşısında başarılı olabilir mi? Muharrem İnce’ye Kürt seçmenlerin destek vermesi konusunda büyük bir sorun yaşanmayacağını söyleyebiliriz. Bu durumda, AKP’ye ve MHP’ye mesafeli hale gelen sağ seçmenlerin ne derece İnce’ye yöneleceği belirleyici hale geliyor.

Bir kez daha seçmen duygularının merkezinde olduğunu düşündüğüm kaygı-heyecan ikilisine dönelim. Muharrem İnce’nin şu ana kadarki başarısı büyük ölçüde başta sol seçmen olmak üzere, heyecanı yükseltmesi oldu. Bu durum ikinci tur açısından da, çok büyük stratejik hatalar yapılmadığı sürece, değişmeyecek bir veridir. Bugünden başlayarak Muharrem İnce için temel mesele kendisine birinci turda destek verecek seçmenlerin heyecanının azalmasına yol açmadan, potansiyel sağ seçmeninin kaygılarını azaltacak bir strateji izlemesidir.

Sağ seçmenler dikkate alındığında, unutmamak gerekir ki, Erdoğan’la karşılaştırıldığında, İnce’nin sağ seçmenlerle siyasal, ideolojik ve kültürel alanlardaki ortak paydası sınırlıdır.

Bu teşhis doğruysa, Erdoğan’ın yıpranmışlığı ve yıpratılması üzerine inşa edilen propaganda stratejisinin yeterli olmayacağı söylenebilir. Bu nedenle İnce’nin ikinci tura yönelik stratejisinin Erdoğan kişiliğine yönelen bir yaklaşımın ötesine geçerek, Türkiye’nin Erdoğan döneminde yapısallaşan ve sağ seçmenleri de vuran sorunlarına, başta ekonomi olmak üzere parmak basması ve alternatifler politikalarını anlatması gerekir.

Farklı bir biçimde ifade etmek gerekirse, seçmenin iki lider arasında bir tercih yapma hissiyatı ile sandığa gitmesi Muharrem İnce’nin sandıkta galip gelmesine yetmeyecektir. Bu tür bir durumda, bütün olumsuzluklara karşın, sağ seçmenin Erdoğan’ı yeğlemesi olasıdır. Unutmayalım ki, hedeflenen seçmenlerin azımsanmayacak bir bölümü geçtiğimiz dönemde Erdoğan’a oy verdiler. O yüzden İnce’nin son 16 yılda inşa edilen sistemi karşısına alan alternatif bir yeni düzeni öne çıkarması ve sağ seçmene o düzende onlara da bir yer olduğunu anlatması gerekir. Yani sağ seçmenin kaygılılık halini giderecek vurguların yapılması yaşamsal hale gelmiş bulunuyor.
Öyle ya da böyle, tek adam rejimine karşı çıkarken, İnce’nin kendisinin meseleyi liderlik meselesinin ötesine taşıyarak bir sistem sorunu olarak koyması alınacak sonucu belirleyecektir. İnce’nin siyasetinde yeterince heyecan var; şimdi kaygıları giderme zamanı diye düşünüyorum.