Salı sabahı, akşamdan salonun orasına, burasına dağılmış gazeteleri toplarken gözüm manşetlerdeki cenaze fotoğraflarındaydı.

Salı sabahı, akşamdan salonun orasına, burasına dağılmış gazeteleri toplarken gözüm manşetlerdeki cenaze fotoğraflarındaydı. Aynı anda radyo İstanbul’da askeri servis aracının bombalanması sonucu ölü ve yaralılardan söz ediyordu. İşyerinde bilgisayarın başında bu yazıyı kaleme alırken Fırat Haber Ajansı ANF (Ajansa Nüçeyan a Firat) Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi Tekeli (Gare) mıntıkasında çıkan çatışmada ölen HPG’li Kenan Geyik ve Fuat Yılmaz’ın cenazelerinin memleketlerine gönderildiğini bildiriyordu. Anlayacağınız herkes kendi cenazesini kaldırıyordu. Farklı mekânlarda, farklı aidiyetler, farksız duygularla cenazelerini kaldırırken, öldürenleri lanetliyor, intikam çağrıları yapıyorlardı.
Aklı-selim duygular içinde olanlar; “silahlar derhal sussun, barış konuşulsun!” çağrıları yapıyor. Ancak bu hengame içinde bu çağrı o kadar cılız kalıyor ki…
Öte yandan en çok duyulan, savaş naraları. Derhal bitirme, yok etme istekleri.
Böyle bitmeyeceğini bile bile…
Başbakan ve bakanlardan duygu sömürüsüne yönelik içi boş cilalı hönkürmeler…
Bütün bu astık kestik çığlıkları arasında Meclis komisyonlarına birer birer inen yıkım yasa tasarıları. Çalışanların elde avuçta kalmış üç beş hakkını da gasp etmeye yönelik girişimler.
Son bir hafta içerisinde yurdun orasında burasında gazete manşetlerinde pek yer bulamayan işçi direnişleri.. Antalya’da güvencesizlerin yürüyüşü...
UPS Kargo işçilerinin direnişi ve verilen destekler. Karabük’te demir çelik işçilerinin direnişi ve polisin saldırısı.  657 Sayılı Yasada yapılmak istenen değişikliklere karşı çıkan KESK’lilerin AKP’ye yürüyüşü.. Emeklilerin, ilaç ve katkı paylarından dolayı hızla eriyen üç buçuk kuruş maaşları için oturma eylemi yapmaları...
Bütün bunlar olup biterken geçen hafta yayımlanan işsizlik verilerini hayra yoran aklı evveller... İçlerinde Erdoğan da var. Yılın ilk iki ayında yüzde 14’leri aşan işsizlik oranı, mart döneminde yeniden yüzde 13’lere gerilemiş. Bir önceki aya göre 0.7 puan, geçen yılın aynı dönemine göre de 2.1 puan gerileyen oran, yüzde 13.7 oldu. Türkiye genelinde işsiz sayısı martta bir yıl öncesine göre 338 bin kişi azalarak 3 milyon 438 bin kişiye indi. Genç nüfusta işsizlik oranı ise yüzde 27.5’ten yüzde 24.6’ya düştü. Başbakan, partisinin grup toplantısında verileri değerlendirirken, “İnşallah işsizlik de bizi ‘teğet’ geçecek” dedi.
Başbakan ilaveten basına yaptığı açıklamada, yaz aylarında işsizliğin daha da düşeceği ve yüzde 10’lara yakın rakamların görülebileceğinden söz etmiş. İşsizliği sanal gören Başbakan, sanal yorumlarıyla kargaları güldürmeye devam ediyor. Aslında işsizlik düşmemekte. Bahar aylarıyla birlikte ve özellikle yaz ayları hem mevsimlik tarım işçileri hem de turizme yönelik işçiler geçici işlere yerleşirler. Bu durum adı üzerinde geçici bir durumdur. Bunu allayıp pullayıp düze çıkıyoruz yorumları ya aymazlıktır, ya da göz boyama... Aslında işsizlik rakamlarının ve oranlarının belirlenmesi de gerçekleri yansıtmamaktadır. Erinç Hoca’nın (Yeldan) dediği gibi işsizlik oranı belirlenirken yüzde 47’lik işgücü esas alınıyor. Çalışması gereken, işgücüne katılması gereken pek çok kişi hesap dışı tutuluyor. Oysa işgücüne katılım oranı, Avrupa Birliği ortalaması olan yüzde 70 alınsa durumun ne kadar korkutucu olduğu ortaya çıkacaktır. En iyimser hesapla işgücünün yarısı işsizdir. Yani yüzde 13,7 verisi büyük bir göz boyamadır, aldatmacadır. Bu eksik verilerde dahi gençlerin durumu içler acısıdır. Her dört gençten biri işsiz gösterilmektedir.
Gıda sektöründe (TEKEL, Şeker Fabrikaları, Çay Fabrikaları vs...), Enerji sektöründe (dağıtım müesseseleri, üretim santralları...) ve yakın gelecekte sağlık sektöründe önce 4/C vurgunu yiyecek sonra işsiz kalacak elli bine yakın işsiz adayı da cabası..
Bu durumda mevcut iktidarın çözümü ise her halde çalışan nüfusunu azaltmak ve böylece oranları düşürmek olsa gerek. Zira her gün gelen genç cenazeleri, hastane kapılarında –hatta hastaneye bile ulaşma olanağı bulamayan– binlerce ölüme mahkûm vatandaş…
Bir başka trajikomik durum da kıdem tazminatları konusu. Kıdem tazminatlarından kurtulmak için iktidarı zorlayan işveren örgütleri, aslında pratikte epey yol almış gözüküyorlar.
Yine geçen hafta, Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü tarafından, kıdem tazminatı uygulamasına ilişkin yapılan araştırma sonuçları açıklandı.  Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Başkanı Doç. Dr. Oğuz Karadeniz yaptığı açıklamada, araştırmayla, işini kaybedenlerin kıdem tazminatı uygulamasında karşılaştıkları sorunları tespit etmeyi amaçladıklarını ifade etti. Bu araştırmaya göre, çalışanların ancak yüzde 42,5’inin kıdem tazminatlarını alabildiği gerçeği ortaya çıktı. İşin bir başka ilginç ve trajikomik yanı ise kıdem tazminatlarının ödenme biçimi idi. Karadeniz, araştırma sonuçlarına göre, işverenlerin yüzde 60’ının kıdem tazminatını peşin olarak, yüzde 33’ünün taksitle, yüzde 8’inin ise vadeli çekle ödediğinin ortaya çıktığını belirtti. Araştırmayla kıdem tazminatı karşılığında işçilere çeşitli mallar verildiğini de gözlemlediklerini ifade eden Karadeniz, “Ankette ‘kıdem tazminatını nasıl ve ne şekilde aldınız?’ sorusuna verilen yanıtta, kıdem tazminatını inek ya da çamaşır vererek ödeyen işverenlerin bile olduğunu gördük” dedi.
Evet yanlış okumadınız, kıdem tazminatı olarak verilen sağmal bir inek. Sömürgen sermaye ömür boyu kendisini yad etmesi için olsa gerek böyle bir yöntem bulmuş olmalı:
“Al ineği, sağdıkça beni hatırla!”
İneği sağmayı öğrenen işçi herhalde “çüş!” demeyi de öğrenecektir. Hem de en kısa zamanda. Zira bıçak kemiğe dayandı, dayanıyor…