İnfaz Yasası, çifte standardı perçinliyor

Konuk Yazar: Av. Şenal SARIHAN

İnfaz Yasası Değişikliği, 31 Mart günü TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Korono nedeni ile evlerimize kapatıldığımız ya da gönüllü kapandığımız bugünlerde “ tutuklu “ olmanın ne menem bir şey olduğunu çoğumuz düşünmüşüzdür. Cezaevlerinin olmadığı bir toplumun hala ütopya olduğu günümüzde , cezaevlerindeki hukuka aykırı uygulamalar da göz önüne alındığında içerdekiler için özgürlük beklentisinin ne denli büyük olduğu tahmin edilebilir. Cezaevi kötülüktür. Ancak bugün gelişen insan hakları mücadelesinin ürünü olan insan haklarına dayalı bir hukuk anlayışının ürünü olan uluslararası belgeler ve bu belgelerden esinlenmiş olan iç hukuk belgeleri, cezaevlerindeki kısıtlamamanın sadece “tutma” yani “cezaevinde tutulma” ile sınırlı olduğunu, hükümetlerin, tutuklu ya da hükümlünün yaşam hakkı başta olmak üzere tüm haklarını korumakla yükümlü olduğunu kalan tüm temel haklarını korumakla yükümlü olduğunu emreder. Korona günleri için, birincil sorun, her zemin ve koşulda yaşam hakkının korunmasıdır. Bugün gündeme gelen İnfaz Yasası değişikliği, esas olarak “Korona alarmının” harekete geçirdiği bir iradenin ürünü olmaktan uzaktır. Hepimizin bildiği gibi MHP ‘nin politik bir manevrasının, fiili ortağı AKP’nin de oluru ile istihap haddini aşmış olan cezaevlerini boşaltmak amacı ile tartışmaya açılmıştır. Ancak, İnfaz hukukunun temel ilkesi olan eşitlik ilkesinin aksine, bir grup hükümlü için Şartlı salınma sürelerinin kısaltılması önerilmiştir. Önerinin gündeme geldiği günden bu yana biz, bu çifte standardın ve gerçek amacın ne olduğunun bilincindeyiz. Bugün TBMM Adalet Komisyonu önünde görüşmeye açılan teklifle yapılmak istenen nedir? Yaşam hakkının korunması mı? Haksız yargılamaların kabulü ile bireylerin özgürlüklerinin sağlanması mı? Bunu yanıtlamak için teklifte hangi yasalarda değişiklik yapıldığına bakalım: Teklif, 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunu’nda, 4675 Sayılı İnfaz Hakimliği ,5402 Sayılı Denetimli Serbestlik Kanunu ve 5432 Sayılı Türk Ceza Kanunda değişiklikler yapıyor. Kamuoyunda zannedildiği gibi ortada bir “af yasası” yok.

Teklif’in Gerekçesi Kendisi İle Çelişiyor.

Teklifin gerekçesine baktığınızda;” Yürürlükte olan Yasa’da ceza sürelerinin uzun olduğu, mahkumların dış dünyaya uyumları ve rehabilite edilerek yeniden suç işlemelerinin önlenmesi amacı ile değişiklik önerildiğini” öğreniyoruz. Örnek olarak da Finlandiya, İtalya ve Polonya’da hükmedilen cezaların yarısının cezaevinde çekildiğini, Türk infaz sisteminde ise uygulamanın 3/1 ve 4/3 olduğu belirtiliyor. Bu iki farklı infaz uygulamasının nedeni ya da kapsadığı suçların ne olduğunu gerekçeden öğrenemiyoruz. Çünkü teklif sahiplerinin bu konuda söyleyebilecekleri, hukuk ya da mantıkla açıklanabilecek bir gerekçeleri yok. “Muhalifseniz yasa önünde eşit değilsiniz!” diyemiyorlar. Sonuçta infazın uzunluğundan yakınan gerekçenin eşitlik ilkesinden tümü ile uzaklaşarak, iki farklı infaz süresi önermeye devam ettiğini görüyoruz. Bu konuyu daha önceki yazımızda ayrıntılı bir biçimde incelemeye çalışmıştık. Şimdi bu teklife sıkıştırılmış diğer hukuka aykırılıklara bakalım:2012 yılında kabul edilen ve koşullu salınmadan bir yıl önce hükümlülerin topluma uyum için salınmalarına olanak veren Denetimli Serbestlik Yasası’nın, “ hükümlülerin, ceza infaz kurumunda çok kısa kalmalarına neden olduğunu, bu durumun cezasızlık duygusu yarattığını, herkesin belirli süre cezaevinde kalması için penoloji bilimine uygun çağdaş değişiklikler önerildiğini” ileri sürüyor. Böylece gerekçe kendi içinde çelişiyor.Gerekçeye göre cezaevinde kalış süreleri uzun ama aynı zamanda kısa. Bu çelişki doğal olarak yeni düzenlemelere de yansıyor. Cezaevinde uzun kalışın nedeni ,Türk Hukuk sisteminde cezaların çok yüksek oluşu. Suçu önlemek ya da suça iten koşulları ortadan kaldırmak yerine ceza ile ıslah etmek mantığı bu sonucu yaratıyor. Teklifte cezalar yeniden uzatılıyor. Örneğin,5237 Sayılı TCY’nın “ Kanun suç Saydığı fiilleri işlemek amacı ile örgüt kurmak ve yönetmek” fiilini cezalandıran 220. Maddesinin 1. Fıkrasında 2 yıldan 6 yıla kadar olan ceza miktarı, 4 yıldan 8 yıla çıkarılıyor. 87. Maddesinde yer alan “ yaralama sonucu ölüme neden olma “fiilinin cezası ise 12 yıldan 18 yıla çıkarılıyor. Benzer artırım, tefecilik eylemini cezalandıran 241 Sayılı Yasa’da da karşımıza çıkıyor. 5 yıla kadar olan ceza 6 yıla çıkarılıyor. Bu maddeye ek bir fıkra getirilerek, fiilin örgütün faaliyeti içinde işlenmesi halinde ceza bir kat daha artırılıyor. Aynı Yasa’nın Kasten yaralama başlıklı 86. maddesinde , nitelikli hallere ek olarak getirilen “canavarca hisle” fıkrası, diğer nitelikli haller, yarı oranında artırılırken, bir kat artırılarak, eş duruma farklı ceza getirilmiş oluyor. Halk deyimi ile bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!!!

Önerilen değişikliklerin Penoloji bilimi ve Çağdaşlıkla en küçük bir ilgisi yok. 5275 Sayılı Yasa’nın “Disiplin Cezalarının niteliği ve uygulama koşulları” başlıklı 37. Maddesi’nin 1. fıkrasına getirilen “ Hükümlünün duruşma, sağlık, eğitim, çalışma gibi nedenlerle geçici olarak bulunduğu yerler de bu fıkranın uygulanması bakımından kurum olarak kabul edilir.” hükmü, cezaevini , duruşma salonuna ya da hastaneye taşıyan bir uygulamayı başlatıyor.Olağanüstü dönemlerde sıkça karşılaştığımız, mahkeme salonunda sanığın politik savunma yapmasının dahi disiplinsizlik sayılarak cezaevinde sıgaya çekme uygulamaları, bu kez yasal hale getiriliyor. Oysa mahkeme salonundaki tutum ve davranışlar, sadece mahkemeyi ilgilendirir. Bu maddenin arkasına gizlenen sıkıyönetimin “ er kişi “politikasının yeniden gündeme getirilmesinden başka bir şey değildir. Yine kişilik ve hasta hakları gereği doktorun yanında yalnız olmak isteyen bir tutuklu ya da hükümlü, salt hak aradığı için disiplinsiz davranmış sayılarak ceza alabilecektir.

5275 Sayılı Yasa’da yapılan, şartlı salınma sürelerine yansıyan çifte standart, diğer değişikliklerde de devam ediyor, örneğin “Açık Ceza İnfaz Kurumları” başlıklı 14. Maddede,” terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar”, ceza miktarları dikkate alınmaksızın doğrudan açık cezaevine alınma hakkından yararlandırılmıyor. Aynı maddede, bu gruba giren hükümlülerin yarı açık cezaevine giriş prosedürleri de diğer hükümlülerden farklı olarak İdare ve Gözlem Kurulu kararları, bu kişiler hakkında gözleme dayalı bilgisi olmayan İnfaz Hakiminin onayına bırakılıyor. Anılan suçlar nedeni ile hükümlü lan kadınların bakıma muhtaç çocukları ile birlikte kalmalarına da izin verilmiyor.

Disiplin e ilişkin 48. Madde de ise hücreye kapatma cezasına ek olarak, “odaya kapatma “ gibi bir ceza getiriliyor. BM Cezaevleri Minimum Kuralları içinde hücre cezalarının dahi insan haklarına aykırı olduğu saptamasına karşın bu kez de “Odaya kapatma ” yani yeni bir hücre cezası getirilmeye çalışılıyor. Ayrıca aynı madde de hücre ya da odaya kapatma cezasına ek olarak iki ay veya dört ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası uygulanıyor. Çifte cezalandırmanın hukuksuzluğunun açıklığı karşısında bu teklifteki amacının çağdaş hukuk normları ile en ufak bir ilgisinin olmadığı açıca görülmektedir.

Teklifin ayrıntılarına henüz vakıf olduk. Ancak özellikle, şartlı salınma sürelerindeki çifte standarttan uzun zamandır haberdarız. Ne yazık ki bu hukuksuzluğa karşı yeterince tepki veremedik. Kadın derneklerinin cinsel suçlarla ilgili tepkisinin yarısını dahi oluşturmayan birkaç cılız ses duyulmadı değil. Parlamentoda muhalefetin sayısal durumu, teklifin değiştirilmesi için verecekleri mücadelenin etkili olmasını zorlaştıracak. Bu konuda ciddi bir halk muhalefetine gereksinim var. Bu hala mümkün. Hepimize görev düşüyor.