Taşların yerinden oynadığı ve yeni yerlerine oturmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Ortadoğu coğrafyasında olanlar hızla Türkiye’yi de içine çekmekle kalmadı, bu coğrafyada yoğunlaşan savaşın yol açtığı göç dalgası Avrupa Birliği’nin sorunu haline geldi.

Kapılarına biriken göçmenleri ne yapacağını düşünen Avrupa Birliği’nin şimdi daha esaslı sorunları var. İngiltere’nin AB üyeliğinin geleceğine ilişkin referandum sürpriz biçimde ayrılma kararı ile sonuçlandı. Esasen İngiltere baştan beri AB’ye üyelik konusunda en ikircikli ülke olageldi. Örneğin birileri İngiltere’nin para biriminden vazgeçmemiş olmasını bugünlere hazırlık olarak bile görebilir!

İngiltere’nin AB’den ayrılma yönünde almış olduğu bu karara (ki nihai olduğunu söylemek için erken) ilişkin farklı ölçeklerde değerlendirmeler yapılıyor. Küresel ölçekte gündeme gelen en önemli sorulardan birisi dünya kapitalizminin varsayılan üç ekseninden biri olan AB’nin bu durumdan nasıl etkileneceği. Bir çok liberal sol düşünür açısından Amerika Birleşik Devletleri ve Çin kutupları karşısında AB kutbu, tarihsel birikimi ve demokratik gelenekleriyle kapitalizmin tümüyle bir vahşete dönüşmesinin önünde bir sigorta işlevi görüyor. Bu nedenle projenin dağılması yaşanılabilir bir dünyaya ilişkin verilebilecek en kötü haber olarak görülüyor.

AB’nin bu süreçten nasıl etkileneceği önümüzdeki dönemin sorusu. Ne var ki şu an itibariyle tartışılan Birleşik Krallığın geleceği! Bu noktadan bakıldığında İngiltere açısından referandum sürecinin iki boyutu dikkat çekici. Birincisi, İskoçya ve Kuzey İrlanda gibi özerklik geriliminin yaşandığı “özgün çeperde” AB üyeliğine sahip çıkılması; AB bu coğrafyalarda İngiliz egemenliğini dengeleyen ve aşmaya olanak sağlayan bir güç olarak algılanıyor. Ayrılma kararı en fazla buralarda tepki yarattı ve şimdi Birleşik Krallık içinde kalmak mı, AB’li olmak mı sorusu ciddi biçimde soruluyor.

Ayrılık kararına İngiltere’nin özgün çeperinden gelen bu tepkiler kadar ilginç olan bir diğer tepki Londra’dan geldi. Londra dünyanın New York’tan sonraki en önemli finans merkezi ve şu ünlü ifade ediliş biçimiyle bir dünya kenti. Yani, Londra’nın çıkarları basitçe ulusal sınırları gözetmenin çok ötesinde ve zaman zaman da onunla çelişen boyutlar taşıyor. Londra’yı ulus devlet senaryosuna hapsetmek, içinde bulunduğu ilişkiler dikkate alındığında, olacak şey değil. O nedenle ayrılık kararına Londra finans çevreleri ve orta sınıfı en hızlı tepkiyi veren kesimler oldu, hızla imzalar toplandı ve iş neredeyse Londra İngiltere’den ayrılsın noktasına geldi. Bu olacak şey değil ama şu bir gerçek ki Londra bu kararı kolay hazmetmeyecek; eğer bu karar tersine çevrilemezse, Londra açısından daha özerk bir yönetim yapısı için mücadele ve çabalar önümüzdeki döneme damgasını vuracaktır.

Bu duruma bakınca İngiltere’nin iç dengeleri açısından Londra ile ülkenin çeperi sayılan Kuzey İrlanda ve İskoçya arasında AB’ye üyelik üzerinden bir ittifak ya da çıkar birliğinden söz edebilir miyiz? Öyle görünüyor ama konuya biraz daha yakından bakmakta yarar var.

Geçtiğimiz dönemde İskoçya’nın bağımsızlığına yönelik yapılan referandum çalışmalarında, İskoç ayrılıkçılarının söyleminin hedefinde bütün kaynakları kontrol eden, İskoçya’ya taşra muamelesi yapan Londra vardı. Londra’ya yönelik benzer hissiyatların Kuzey İrlanda ve Galler’de de dile getirildiğini biliyoruz. Londra’ya yöneltilen eleştiri basitçe bir ulus devletin başkentine yöneltilen eleştiri değil; Londra’nın “taşrayı” rahatsız eden gücünün gerisinde aynı zamanda bir dünya finans merkezi olması da var.

Şimdi Londra bir finans merkezi olarak kendisine engel haline gelen ulusal refleks karşısında daha geniş bir dünyayı temsil eden AB’ye sahip çıkıyor. Benzer bir refleksi daha siyasi nedenlerle İskoçlar ve kısmen Kuzey İrlanda gösteriyor.

Kısaca, Londra merkez ve İskoçlar çeper olarak AB yanlısı tutumlarında kendi iyi nedenlerine sahipler. Peki ama İskoçların Londra’ya yönelik eleştirileri ne olacak? Bu soru başka bir bağlamın sorusu olarak bir kenara konulmalı mı? Konulursa yazık olur; çünkü o eleştiri yer yer gericilikle yoğrulan jeopolitik mantık etrafında pozisyon alışlar karşısında ülke sınırlarının ötesine geçen bir sınıfsal pozisyon alışın önünü açabilir.

İşçi Partisi lideri Corbyn İngiltere’nin Birlik içinde kalması yönünde kampanya yürütmekle birlikte, AB’nin neo-liberal kemer sıkma ve benzer politikalarına işaret ederek, bugünkü ayrılıkçılığın önemli bir kaynağının bu konularda geniş toplum kesimlerinin duyduğu rahatsızlık olduğunun da altını çizdi. Şimdi “Londra çevreleri” tam da bu eleştiri nedeniyle Corbyn’i liderlikten indirmeye çalışıyor. İşte tam da bu nedenle, Londra eleştirisi çok önemli!