O efsane şarkı sözlerini yazan adamın kafasının içinde neler olduğunu görmemizi sağlayan film, Morrissey’in popüler kültürde yer etmiş personasının izlerini sürmemizi sağlıyor

İngiltere Benim: Şimdi ne kadar yakın?

“Güneşli bir pazar günüydü, yaklaşık saat 1 civarı. Öncesinde ne aramıştım ne de haber vermiştim. Sadece kapıyı çaldım ve o da açtı.”*

Şayet siz de The Smiths hayranıysanız, grubun böyle kurulduğunu, Johnny Maher’in (sonradan Marr yapıyor soyadını) bu anlatımı ile duymuşsunuzdur. İngiltere Benim bizleri, bu kapı çalınması öncesine, döneminin Manchester’ına götürüyor.
Bundan otuz beş sene önce 18 yaşındaki Johnny Maher, Stredford-Manchestar’da ansızın bir kapıyı çalar ve Manchester’ın postpunk müzik sahnesinin uyumsuzu olan yirmi üç yaşındaki Steven Morrissey kapıyı açar. Peki Steven kimdir? Onu -Morrissey- yapan şeyler nelerdir? Steven o ana kadar yazar olmayı denemiştir, Record Mirror gazetesine rock müzik eleştirileri yazmıştır, televizyon kanalına yazdığı bir senaryoyu yollamıştır, küçük bir yayınevinde kitap bile bastırmıştır. Bütün bu girişimler de dahil olmak üzere kendisinin rockstar olmak için gösterdiği çabalar da pek sonuç vermemiştir. The Nosebleeds gibi yerel müzik gruplarında solistlik yapan Steven’ın üzerine doğal bir yolla yapışmış gibi duran o garip eksantrik tavırları, içe kapanıklığı ve ukalalığı karşı tarafta iyi etki uyandırmamış olabilir. Bunu açıkçası filmi izledikten sonra daha da düşünür oldum.


İngiltere Benim, Morrissey gibi ikonlaşmış bir müzik starının The Smiths öncesi gençlik yıllarındaki zihinsel ve duygusal çatışmalarına odaklanan, gayri resmi ve birazcık kurgusal bir karakter çalışması olarak özetlenebilir. Son derece sessiz, sakin ilerleyen film bir starın doğumunu anlatan alıştığımız biyografik filmler gibi değil.

1976’da Steven Morrissey 17 yaşındayken açılan film onun müzik grup arkadaşı arayışı ile ilerliyor ve 1980’de Johnny Maher ile tanışması ile son buluyor. Yani 1982’de kurulan The Smiths’e filmde yer verilmiyor. Bu sebeple de filmde kullanılan müziklerde duymayı hayal ettiğiniz parçalar yok ama onun yerine 60’lar ve 70’lerin The Smiths’i etkilediği, şekillendirdiği anlaşılan parçalar kullanılmış. Kısacası yönetmenin müzik tercihleri tek kelimeyle harika.
ingiltere-benim-simdi-ne-kadar-yakin-410927-1.
Yazar/yönetmen Mark Gill filmini, karakteri ve hikâyesi ile aynı tonda tutmuş. Kendisi de Manchester’lı olan yönetmenin kullandığı dönem detayları mükemmel, tam anlamıyla 70-80’lerin içine bizleri sokmayı başarıyor. Gerçekten bravo! Özellikle punk müzik ve sanat sahnelerini izlemek çok keyifliydi. Steven Morrissey rolünde Jack Lowden fiziksel olarak ona benzemiyor olabilir ama Morrissey’in popüler kültürde yer etmiş olan personasının izlerini sürmemizi sağlayarak, o personayı oluşturan nüansların ortaya çıkışlarını göstermekte oldukça başarılıydı. Filmde utangaç, narsist, münzevi karışımı olarak portrelenen Steven, -Morrissey-’i anlamamız için büyük bir ipucu olarak karşımıza çıkıyor. Filmde Smith öncesi beklenebilecek her şey var, depresyon, yağmur, şiir, iğneli mizah, felsefe, edebiyat, daktilo sesi, odasında star olma hayalleri içinde saklanan utangaç ama ukala bir genç, plaklar, ve 70-80’ler nostaljisi... Hayat deneyimlerinin onu nasıl şekillendirdiğini, o efsane şarkı sözlerini yazan adamın kafasının içinde neler olduğunu yavaşça görmenizi sağlayan film Morrissey’in şiir, müzik, arkadaşlar ve ailesi içindeki hayatını gözlemlemenize fırsat veriyor. Filmi izledikten sonra Morrissey ve karakteri kafamda daha iyi oturdu diyebilirim.

Peki, kapı açıldıktan sonra ne olmuş? Kafayı müzikle bozmuş bu iki yabancı saatlerce konuşmuş, the New York Dolls, Patti Smith gibi etkilendikleri her şeyi paylaştıktan sonra The Smiths kurulmuş. Bir çatı katı kiralanarak ilk şarkı bestelenmiş. Bu arada punk müziğin her yeri çoktan kaplamış olduğu 80’lerde synthesize pop müzikle bir yerlere gelmenin ne kadar büyük önem taşıdığını aklımızın bir kenarında tutmakta fayda var. Grup dört stüdyo albümü yaptıktan sonra ayrıldı. Pek hoş bir ayrılış da olmadı. Ama bu başka bir hikâye. Grubun ikinci albümü ‘Meat is Murder’, ki grubun en sevdiğim albümüdür, Morrisey’in vejetaryenlik konusunda ne kadar ciddi olduğunun tarihsel kanıtıdır. Çoğumuzu genç yaşlarda etkilemeyi başarmıştır. Bugün de veganlık ile ilgili olarak aktif ve etkileyici bir şekilde çalışmaktadır. Konser alanında et satıldığı için sahneyi terk etmişliği bile vardır. Çok ilginç bir karakter olan Morrissey, biraz hasarlı, biraz patlamaya hazır bir yarık gibi gelir bana her zaman. Ve bu yarığın arkasından ne geleceğini hiçbirimiz kestiremeyiz. Film benim için bu anlamda iyiydi ama The Smiths’e ve Morrisey’e aşina olmayan seyirci için bu film ne ifade eder büyük bir soru işareti.

* Campbell, Sean; Why Pamper Life’s Complexities?, Manchester Un. Press, 2011