Politzer’in ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ kitabını çoğumuz okumuşuzdur ya da biliriz. Orada bir tuhaf otobüs örneği vardır. Hani idealizm ve maddecilik farkı için caddeden geçen otobüsün...

Politzer’in ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ kitabını çoğumuz okumuşuzdur ya da biliriz. Orada bir tuhaf otobüs örneği vardır. Hani idealizm ve maddecilik farkı için caddeden geçen otobüsün önüne atlarsanız, hayal mi gerçek mi anlarsınız kıvamında bir şey. Akıllara durgunluk verir bir ispattır. Tek umudum, bu ‘derin’ felsefi deneyini hiçbir gencin gerçekleştirmeye kalkmamış olması. Ancak bir süredir İngiltere’de otobüslerden yola çıkılarak bir din ve felsefe tartışması başladı ki yavaş yavaş bütün Avrupa’ya yayılıyor. Bence bu kitaptan daha etkili ve öğretici olduğu kesin.

Bu otobüs meselesi derin mesele. Hatırlarsınız birkaç ay önce yaz aylarında Londra sokaklarında sıklıkla gördüğümüz din propagandası yapan reklamlara karşılık The Guardian gazetesi muhabiri Ariane Sherine tarafından bir kampanya başlatılmıştı. Kampanya beklenenin çok üstünde destek gördü ve üzerinde “muhtemelen Tanrı yok, şimdi kaygılanmayı bırakın ve hayatın keyfini çıkarın” yazan reklamlarıyla ilk 200 belediye otobüsü şehrin caddelerini katetmeye başladı.

Hatırlarsanız başlangıçta 5.500 Sterlin toplayarak 30 otobüse ilan koymayı hedefleyen bağış kampanyası birkaç gün içinde bu meblağı aşmıştı. Toplamda 170.000 Sterlin toplandı ve bu sayede sadece Londra’da 30 otobüs yerine ülke genelinde 800 otobüs ve Londra metrosunu kapsamak üzere genişledi kampanya. Şimdi otobüslerdeki sloganın yanısıra, Albert Einstein gibi ünlü bilim insanlarının ateist sözleri de Londra metrosunu süsleyecek.

Bu kampanya bir yandan özgürce ifade edilebilene ve pek çok şeyin bahanesi de olabilen dinsel ve dinci görüşlere bir tepki hem de gerçekten insanlar için olumlu bir mesaj. Sonuçta kimseyi incitmeden bir ihtimali vurguluyor ve “keyfinize bakın hayatın tadını çıkarın” diyor. Yurdumun metrolarını ve otobüslerini düşünenler ne der bilemem ama bazıları için otobüslerdeki “Tanrı yoktur” sloganları sadece hatırlatma amaçlı. Çünkü, bağışçılardan birinin dediği gibi; “Londra’daki otobüs ve ulaşım hizmetlerinin halini görenler zaten Tanrı’nın olmadığını anlamış olmalılar”. Örneğin bir sinyal hatası, bir elektrik kablosunun kopması ve bir kaza hafta içinde binlerce yolcunun rötar yapmasına ve Londra’nın en eski ve en büyük ana tren istasyonlarından birinin dört gün kapanmasına neden oldu.

Yarattığı tartışmalara bakılırsa bu kampanya hem uzun ömürlü olacak hem de çok ses getirecek gibi görünüyor. Zaten, Katalanlar fikri çok tutmuşlar; Barcelona’da haftaya ‘tanrısız otobüslerine’ kavuşacakmış. Washington’da da “Niçin bir tanrıya inanasın?” sloganı konmuş otobüslere. Avustralyalı reklam şirketi izin vermemiş “aklı kutlayalım” reklamına. İtalyanlar da pek bir hevesli, ateist otobüs kampanya sitesine destek mesajları bırakmışlar. Bir tanesi imdat çığlığı atmış: “İtalya’ya yardım edin! İki diktatörümüz var birincisi Papa! İfade özgürlüğü istiyoruz!” Eminim ABD’den ve başka yerlerden de gelen benzer çığlıklar kulağınızı çınlatıyordur. Tebrikler Ariane! İnşallah kampanyalar daha da yayılır ve herkesin tanrısız otobüsü olur.

Hafta başında ateist otobüs reklamları başlayınca tabii Hıristiyan kesimlerden hemen tepkiler geldi. ‘Hıristiyanların Sesi’, Reklam Standartları Kurumu’na şikâyette bulundu. Reklamdaki ifadenin ispat edilemeyeceği ve kanıta dayanmadığı gerekçesiyle kaldırılmasını isterlermiş. Sanki kendi iddialarının ispatı çok kolaymış gibi! İlk dört günde toplam 140 kadar şikâyet olmuş. İfadeyi genel olarak hakaretvari ve rencide edici bulmuşlar. Buna karşın reklamların yasaklanması için bir neden yok. Zaten slogan planlanırken “muhtemelen” lafı bu tarz tepkiler karşısında kuralların içinde kalabilmek için kullanılmıştı. Yoksa eminim her ateist pat diye “tanrı yok” deyiverirdi ihtimal hesabı yapmadan.

Bu arada bizim muhazafazakâr –ve dedesi Türk– belediye başkanı Boris Kemal, “yer altında sanat” sloganıyla metro istasyonlarını sanatçılara açtı. İyi de yaptı. Şenlendi ortalık biraz. Bu ‘tanrısız otobüs’ reklamları da hem kafaları biraz serinletmeye yaradı hem de şenliğe renk kattı.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Boris’in metrodaki ilan panolarına koydurduğu “Oh boy! what a wonderful city!”(Oğlum ne harika bi şehir bura yav!) ilanları da biraz dumur. Sovyet ilminden başladık öyle bitirelim. Bu komik fontlarla yazılmış ilanlar da biraz Stakhanovcu. Jurnalciler duyarsa yandık