Ne zaman Dolmabahçe’den geçsem, o heyula yapı ile iki tarafına kocaman harflerle yazılmış “Vodafone Arena” yazısına bakmadan edemiyorum. Çağrıştırdığı çok şey de var.

En başta, Dolmabahçe Sarayı, Saat Kulesi, Bezmi Alem Camii ve Boğaz manzarası ile hem tarihi niteliği olan hem de son derece zarif çizgiler taşıyan bu güzelim mekâna böyle bir “büyüklük” abidesinin dikilmesinin affedilir bir yanı olmadığını düşünüp öfkeleniyorum. Küçük ve zarif bir köşke taştan kocaman bir gergedan heykeli dikilmiş gibi; ama gören yok!

Hemen yukarısında yer alan Süzer Plaza’yı, Tutankhamun’un tabutunun ayağa dikilmiş haline benzetir, hem çirkinliği hem de İstanbul’a ettiği kötülük nedeniyle kızardım. Şimdi Süzer Plaza’yı gölgeleyecek başka bir “harika” daha yarattılar!

Sonra, parayı veren düdüğü çalar misali, “kimin malı” olduğunun ilanına bakıyorum; içler acısı bulmamak mümkün değil!

Ehh kapitalizm bu! Para gelecekse, kent estetiğini, çevre dokusunu düşünen de olmaz, yaptıkları yatırımı gözümüze sokmaktan da kaçınmazlar diyebilirsiniz. Yine de, en azından, hem boyutlarda hem sahiplenmede biraz daha mütevazı olmayı bilebilseler demeden edemiyorum.

Beşiktaş camiasının tarihi bir yapı yerine bu heyula yapının gelmesine gocunduğunu mu, sevindiğini mi bilemiyorum. Ancak Başkan ile yöneticilerin pek sevindikleri ortada.

Başkanı bir süre önce, bir televizyon programında, “Bizi halk takımı diye tanıtıyorlar. Yok öyle bir şey! Türkiye’nin en klas takımı, Saray takımı Beşiktaş’tır” demiş, dikkatimi çekmişti!

“Neresinden alsan da konuşsan” diye düşünürken, 10 Nisan’da “Arena”nın açılışında yaptığı konuşma ile taşlar yerine oturdu.

Yaptığı ufacık konuşmada 7-8 kez “Cumhurbaşkanımızı” yad etme ve “minnetlerini” sunma ihtiyacı duyduğundan anlıyoruz ki, onun için, ne Beşiktaş ve geçmişi, ne arkasındaki halk desteği ve bağlılık önemli! Bağlılık duyulacak tek yer var; o da Saray! Öyle olunca, semt takımı, Çarşı takımı diye bilenen Beşiktaş’ı Saray takımı yapmasında şaşılacak bir şey olmadığı açık!

Açılışı da taraftarlar ile değil sayın “büyükleri “ile gerçekleştirmiş olması bunun bir başka ifadesi olmalı!

Kuşkusuz mesele yalnız Beşiktaş, yalnız Vodafone Arena ile ilgili değil. Uzun süredir, futbolun spor karşılaşması olma niteliği ile taraftarların, semtlerin takımı olma özelliğinin kalmadığını bilmeyen yok. Futbolun artık sportif bir yarışmadan çok, para ve güç kazanmanın aracı, kulüplerin de artık birer ticari işletme olduğu ortada! En önemli dertleri daha fazla para ve güç kazanmak olduğundan, yıldız futbolcular yaratılması, seyircilerin üç hoş beş, bir iki ödül ile manipüle edilmesi, hatta manipülasyonları oyun satmaya kadar uzanması gibi “arenalar” dikilmesi de kaçınılmaz!

Kuşkusuz, kapitalizmin futbol gibi kitlelerin gönül verdiği bir sporu ciddi bir tüketim, para ve güç aracı olarak kullanmasında şaşılacak bir şey yok. Ancak, bu kullanmanın ulaştığı boyutları üzerine düşünmek için epeyce neden var.

Şimdi para da, oyunlar da büyüdü; o nedenle de artık “arenalar” çağındayız! Aslında arenaları, futbolun “spor” değil “para” anlamına geldiğinin tescillenmesi olarak görmek yerine olur.

O nedenle, geçmişteki arenalarda olduğu gibi “yıldız gladyatörlere” de, devasa tesislere de daha fazla ihtiyaç var. Ve gladyatör okullarının gerisinde Roma’daki zenginler ve asillerin olması gibi, şimdiki takımların arkasında da büyük sermayenin olması kaçınılmaz.

Arenalar içinde en ünlüsü Roma’daki Colesseum’dur. MS 80 yılında tamamlandığı, açılışında 5 bin hayvan ile yüzlerce insanın kurban edildiği bilinir. Ölüm-kalım savaşları yapmaya adanmış bir arenayı açarken başka bir şey yapmaları beklenemeyeceğine göre, şaşılacak bir şey de yoktur. Kullanımda olduğu 300 yıl içinde 300 bin kişinin canının alındığı bir yerdir burası.

Bugünkü arenalar için canlar kurban edilmiyor ama bu arenaların başka kurbanları var. Bir yanda uyutulmuş kitleler var, öte yanda dal budak salan ekonomik ve siyasal güç ilişkileri...

Bir yanda karapara aklanma yeri haline gelen kulüpler var, öte yanda rekabetin vahşete dönüşmesi ile maçların satılması...

Daha da önemlisi, sermaye ve güç ilişkileri bu kadar ortadayken, futbol dünyasının bunlardan uzakmış gibi görünmeyi başarması var ki, üzerinde durmayı gerektiriyor. Asıl konuşulması gereken de bunlar!*

Bu noktada, yıldızlar yaratılırken, emeğin daha görünmez kılınmasını da düşünmek gerekiyor. Futbol yıldızlarının etrafında dönen, bu devasa yapıların yapımında kullanılan ve görünmeyen emek!

Bu nedenle, Vodafone, Türk Telekom, Ülker veya kim olursa, bir yerlerde bu şirketlerin adlarını gördüğümde, benim aklıma bu şirketleri kârlı hale getirip de bu arenaların yapımına katkıda bulunmalarını, üzerlerine iftiharla isimlerini yazdırmayı sağlayan emek geliyor. Şirketlerin kârına kâr katan ve teknoloji üretiminden dağıtımına kadar uzanan emek! Aslına bakılırsa, bu yatırımların yapılmasına katkı yapan da, isimleri yazılması gerekenler de onlar!

*Bkz: İrfan Erdoğan, “Futbol ve futbolu inceleme üzerine” İletişim Dergisi, sayı 6; 2008