Türkiye’nin uzun vadeli kalkınma stratejisi tartışılırken temel tespitlerden biri kentleşme sanayileşme ilişkisi üzerinedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1980’li yılların başına kadar, üretken yatırımlara öncelik verilmiş, kentleşmeye kaynak aktarımı sınırlı kalmıştır. Üretken olan olmayan yatırım ayrımı tartışılabilir, ancak şu bir gerçek ki, sermaye birikiminin sınırlılığı bu uzun dönem boyunca, gerek devlet gerekse de devletin yönlendiriciliğinde özel sektörün sanayi yatırımlarına öncelik vermesine yol açmıştır.

1980 sonrası bu dengenin tepetaklak olduğunu biliyoruz. Bu durumun çarpıcı bir göstergesi kentlerdeki sanayi tesislerinin tasfiye edilip, yerlerine rezidansların yapılmasıdır. Bu durumun bir sonucu olarak GSMH içinde sanayinin 1998’de %23 olan payı, geldiğimiz noktada %16’ya gerilemiş bulunuyor. İnşaat sektörünün ise 2005 yılında 4.4 olan payı, 2016’ya gelindiğinde %8’lere çıkmış bulunuyor. Ancak uzmanlar bu payın diğer sektörlere olan etkisi nedeniyle çok daha yüksek olduğuna da işaret ediyorlar.

İnşaat sektöründeki büyümenin sürdürülebilirliği ve kentlerde yarattığı çıkmazlar konusunda uzun süredir yazıp çiziyoruz. Ancak özellikle konut üretimi ve satışlarındaki artış yakın zamana kadar hız kesmeden sürdü. Son yıllarda konut sektöründe yapılan ortalama satışların 1.2 milyon civarında olduğu görülüyor. Bu küçümsenmeyecek bir büyüklüğe işaret ediyor ve 2017 yılına da rekor büyümeyle girildi.

Lakin 2017’nin son çeyreğinde konut sektöründe %6.5’a varan bir düşüşün yaşandığı anlaşılıyor. Aynı dönemde ipotekli konut satışında da %25’lik bir düşüş var. Artık sektörün savunucu uzmanları da bir çıkmaza gelindiğini kabul etmeye başladılar.

Son günlerde konut sektöründe yaşanan daralma nedeniyle, firmalar arasında inşaat sektöründen imalat sanayine bir kayış olduğu yönünde haberler çıkıyor. Geçen dönemde verilen teşviklerin de etkisiyle, sanayi sektörünün tekrar tırmanışa geçtiği ve 2016 yılında %1,8 olan büyümedeki artışın 2017 yılında %6,3 düzeyine çıktığına işaret ediliyor.

Sanayide sağlanan büyümenin önümüzdeki dönemde sürdürülebilecek olup olmadığına yönelik önemli soru işaretleri var. Sanayinin teknolojik açıdan dışa bağımlı olması ve buna bağlı olarak da yüksek katma değerli ürünler üretememesi en önemli sorun olarak ortaya çıkıyor. Uzmanlar, bu konuda çıkış yapan ülkelerin hemen tamamında devletin öncü rolüne vurgu yapıyorlar.

Tam da bu noktada Türkiye’de devletin ekonomiyi yönlendirme konusundaki öncülük anlayışına dikkat çekmekte yarar var. İnşaat ve özel olarak konut alanında yaşanan bütün olumsuzluklara karşın, devletin kendi tercihleri açısından değişen bir şey yok. Devlet garantili büyük ölçekli projeler tam gaz devam ediyor. Önümüzdeki döneme yönelik olarak verilen garantiler kamu maliyesinin inşaat sektöründeki bir avuç firmaya çalışacağını gösteriyor.

Durum böyle olunca, sanayi sektörüne yönelik olarak devletin radikal bir tavır değişikliğine gitmesini beklemek gerçekçi değil. Bu durumda iş bu sektördeki firmalara düşüyor. Onlar bu çıkışı yapabilir mi sorusuna ise olumlu yanıt vermek mümkün görünmüyor.

Gelinen noktada özel sektör bugüne kadar görülmemiş bir borç batağının içinde. Fikir vermesi açısından firmaların borçlarının 4 trilyon liraya ulaştığını söylemekle yetinelim. Kuşkusuz bu firmaların hepsi sanayide değil. Ancak orada da durum parlak değil; Türkiye’deki 500 büyük sanayi kuruluşunun kullandığı toplam kaynaklar içinde öz kaynaklarının payı % 51’den % 38’e düşerken, toplam borçları % 49’dan % 62’ye çıkmış görünüyor. Ortaya çıkan durum kendi başına dramatik ancak daha da dramatik yapan önümüzdeki dönemde faizlerin yükselecek olması. Yani bugüne kadar izlenen borçlanarak büyüme stratejisinin önümüzdeki dönemde sürdürülmesi mümkün değil!

Özetlemek gerekirse; konutun merkezinde yer aldığı inşaat sektörünün durakladığı bir dönemde, sanayi sektörüne yönelmek sanıldığı kadar kolay olmayacak. Devletin aklının ve kaynaklarının büyük projelere adandığı bir durumda, böylesi bir geçiş mümkün değil.

Hiç mi umut yok? Açıkçası ben son robot işiyle biraz umutlandım. İleri teknoloji ve yüksek katma değer bu tür alanlarda üretiliyor. Dünyanın dört bir tarafında kaynaklar yapay zekâ merkezli projelere aktarılıyor. Öyle ki, milyarlarca lira robotlara duygu yüklemek için harcanıyor. Sonunda robotu yaptık; üstelik öyle böyle değil, yaptığımız robot önce bakanın sözünü kesiyor, sonra bakıyor olmuyor özür diliyor. Bizim böyle projelere ihtiyacımız var. Çıkacaksak, bu beton çılgınlığı çağından, duygu yüklü robotlar sayesinde çıkacağız!