Gıda fiyatları artmayı sürdürüyor. Tüm zamanların en yüksek seviyesi haberlerini okuyalı henüz birkaç gün oldu. İşin aslı gün geçmiyor ki gıda fiyatları rekor kırmasın. Peyniri, eti, hayvansal ürünleri ayrı, unu, şekeri, mercimeği ayrı, salatalığı, soğanı sebzesi meyvesi ayrı ayrı rekordan rekora koşuyor. Hem üreticiler hem de tüketiciler için son derece sıkıntılı bu durumun ne kadar süreceğini kestirmek ise bugün itibarıyla olası görünmüyor.

***

Artan gıda maliyetleri ve düşük alım gücü tüketicilerin harcanabilir gelirlerini aşındırırken artık yoksulluk kadar yetersiz beslenmeyi ve açlığı da toplumsallaştırıyor. Gıda fiyatlarının kesintisiz yükselmesiyle daha önceden de yoksulluğun eşiğinde olanların durumu daha kötüye gidiyor. Gıda krizi bebeklerin ve çocukların eğitimini, gelişimini güçleştirecek biçimde derinleşiyor. Her ne kadar gerek savaş gerekse de pandemi gibi “dışsal” gerekçelerin arkasına sığınılsa da hükümetin bunca zamandır yoksulluk, açlık ve yetersiz beslenme sorunlarına kulak tıkayan tutumu sorunun temelini oluşturmayı sürdürüyor.

***

Bugünü, hem üreticiler hem de tüketiciler açısından gelinen noktayı çarpıcı bir biçimde gözler önüne seren bir cümle ile irdeleyebiliriz. Geçtiğimiz hafta, perşembe günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Ankara’daki bir konut inşaatının işçileriyle iftar yapmıştı. Buradaki sohbet sırasında işçilerden birinin “biz hepimiz çiftçiyiz ama inşaatta çalışıyoruz” dediği sözleri basına da yansımıştı. İnşaatta çalışmak zorunda bırakılan çiftçinin son derece yalın ve gündelik bir yerden ifade ettiği bu gerçek işte bugün gelinen noktanın sebeplerini büyük oranda görünürleştiren nitelikte.

***

Yaşamın her yanını özelleştirmeler, ticarileştirmeler, piyasalaştırmalar gibi gibi adımlarla ele geçiren neoliberal ideolojinin bu gündelik ifadesi bize yarın için yaşadığımız belirsizliğin basit bir ihmal meselesi ya da yanlış olmadığını söylüyor. Krizin gayet de bilinçli olarak atılan adımların bir sonucu olduğunu ve hükümetin buna yönelik anlamlı bir çabası olmadığını hatırlatıyor. Bugünün diğer krizleri gibi gıda krizi de çok net bir biçimde hem toplum refahını hem de doğanın haklarını kara hizmete tabi kılan kararların bir sonucu. Hükümetin herhangi bir çabasının da üretici ve tüketiciler açısından olumsuz, sermaye bakımından olumlu sonuç verecek biçimde tecelli ettirilmesi de bununla ilgili. Nihayet toplumun yaşamsal ihtiyaçları sermaye için zenginleşmenin kaynaklarını oluşturmayı sürdürdüğü sürece sonuçlar da değişmeyecek.

***

Kıra gidiyoruz, kiraz bahçemizin yanına jeotermal sondaj yapılmak isteniyor; zeytinliklerimiz maden ve enerji şirketlerine peşkeş çekiliyor. Kente geliyoruz, mahallelerimizde kalan son kamusal alanlarımıza bir israftan öteye geçmediği defalarca kez kanıtlanmış olan, kamu zararı AVM’ler, otoparklar, külliyeler benzeri işler yapılmak isteniyor. Üstelik ne kentte ne de kırda karnımızı doyuracak bir iş bulabiliyoruz. İster kentlerde, mahallelerde olsun isterse de kırda, köylerde, yaşam alanlarımız, su, toprak gıda gibi yaşam kaynaklarımız, bunları üretim biçimlerimiz ve tümünün örgütlenişine yönelik artan saldırıların durması gerektiği açık.

***

Evet gerçekler hiç de iç açıcı değil. Krizden bu hükümetle çıkılması mümkün değil. Sorunun boyutları krizden çıkışın yollarına işaret ediyor. Bana göre en önemlisi her şeyden önce sermayenin hayatımıza etkisi karşısında yalnız olmadığımızı bilerek, hatırlatarak işe koyulmak. Bunun için daha fazla mahalle, köy gezmek, sorunun özneleriyle teması artırmak, paylaşmak, anlatmak, dinlemek, dertlere ortak olmak, çare olmak... Hayatlarımızın hükümetle özel sektör arasında sonu gelmeyen bir müzakereye indirgenmesine karşı, toplumsal ihtiyaçların kamusal ve demokratik bir organizasyonunu mümkün kılan yollar aramak, uğraklar yaratmak, bunu tehdit eden koşullara karşı birlikte davranmak ve önümüzdeki bir sene için anlamlı bir seçenek oluşturuyor.