İnşallah

AYŞEGÜL KOCABIÇAK*

Orucuz. Maaile!

Eşimin bir arkadaşı iftara çağırdı. Bizimle birlikte üç aile. Altı büyük, beş çocuk. Hem salona hem mutfağa masa açmış evin hanımı. Evin hanımı diyorum çünkü adı “Eslem Nur”, söylemesi çok zor. Üstelik bu ilk görüşüm. Ailemizdeki ani değişimle değişen arkadaş grubumuzun yeni üyeleri ve kadın, bayan ya da kişi ismi kullanmak yerine tüm kadınların tek bir adı var, “hanım”. Hanımım… Hanımın… Bizim Hanım… Evin Hanımı…

Masa örtüsü mobilyalara uygun mavi saten, kenarları lacivert işlemeli. Porselen takımı zar gibi ince. Ayaklı kadehler altın yaldızlı. Kaşık çatallar son moda gümüş. Servis tabaklarında iftariyelikler dizili. İki çeşit zeytin, üç çeşit peynir, çemensiz pastırma, haydari, sigara böreği, paçanga böreği, içli köfte, yaprak sarması, nohutlu ezme, ince dilim salatalık, minik turfanda domatesler, çeşit çeşit hurmalar.

Yardım edebileceğim bir şey var mı dedim. En zorunu, su bardaklarını doldurma işini verdiler. Boğazım cuk cuk…

Yemekler birbirinden güzel. Kremalı Kafkas Çorbası, Azeri Soslu Kuzu İncik, İç Pilav, Zeytinyağlı Kereviz, Zeytinyağlı Fasulye, Zeytinyağlı Biber Dolması. Kırmızı et yemeyenlere Fırında Köri Soslu Tavuk, Ekşili Kuru Bamya, Mantı ve… Tatlı olarak Aşure, Fıstıklı Sarma, Güllaç.

Çocuklar mutfakta, büyükler salonda masaların etrafına dizildi. Ezan okunmasına on dakika kala masalar full, sohbetler gevşek. Hepimizin gözleri yemeklerde. Salondaki dev ekranda Kuran-ı Kerim okunuyor. Hoca Muhammed dedikçe sağ ellerimiz kalbimizde.

“Sizin işler nasıl?”

“Yeni sitenin inşaatına başladık Mühye taraflarında, üç yüz dairelik ultra lüks site yapıyoruz, yüz daire bize kalacak inşallah!”

Hep birlikte “İnşallah, inşallah!”

“Umreye gidiyor muşsunuz?”

“Mekke’ye yeni bir otel açılmış, bizim arkadaş oranın baş mimarı. Tüm proje onun, beş yıldızlı bir otel. Daha önce üç kez gittik ama sağ olsun bize de iki oda ayarladı, çoluk çocuk gidip beş gün kalacağız inşallah.”

Koroyuz. “İnşallah, inşallah!”

“Allah şimdiden kabul etsin. Dolar da düşükken gitmekte fayda var.”

“Seçimlerde tek parti çıkmazsa yine yükselir diyor büyüklerimiz, dikkatli olmalı, seçimden önce gidelim dedik o yüzden, Allah nasip ederse, inşallah.”

Ben son dakikaları midemdeki gümbürtüyle sayarken, hangi hanım söyledi bilmem,

“Abdest sofranın bereketidir, abdestli açalım iftarımızı!”

Haydaa!

Topluca kalktık bir anda. Abdest alacağız. Sevap, bereket, site, dolar!

Açım!

Bir telaşsız telaş, bir saçma sapan sakin görünme çabası. Kaos ki ne kaos, karmaşa ki ne karmaşa! En sessizinden!

Evin hanımı çocuklara yapışmış. “Gelin kuzular, sizin sevabınız da bize. Ben kendimden önce size abdest aldırayım.”

Bu arada kocasıyla huşu dolu bir bakışma. Bir artı puan.

Ben, çok hafif de olsa makyajlıyım. Daha alışamadığım saf ipek türbanıma öyle çok iğne taktım ki, makyajsız bile olsam, nereden baksan iki metre olan kaygan kumaşı kafamdan sökersem bir daha tövbe takamam.

Evde, iki tane banyoda bir tane de ayrıca el-yüz yıkama olmak üzere üç lavabo var. Erkeklerin üçü birer lavaboya geçti. Evin hanımı henüz çocukları ikna edip masadan kaldırabilmiş değil.

“Hadi kuzularım gelin, bakın Allah sevap yazacak.”

“Anne n’oluur çok acıktık.”

“Teyze benim ellerim temiz.”

“Benim annem evden çıkmadan abdest aldırmıştı bana.” Bunu söyleyen benim kız. Yalan. Gözüme bakıyor. Oruç da değil ve bu konuda da babasına yalan söylüyor.

Demetevler’den Bahçelievler’e taşınmamız iyi oldu. Fiesta’yı satıp Volvo almamız da! Kızımın yeni okulu desen pek şık, pek nezih. Fazladan dini eğitimi de var.

Sadece… Bütün bunlar üç yılda oldu. Kendi halimizde küçük bir hırdavatçı dükkânımız, bir evimiz bir arabamız vardı. Şimdi ise küçük bir şirketimiz var. Hem otomobil parçası ithalatı, hem müteahhitlik yapıyoruz. Bir anda Ferit Bey girdi hayatımıza ve onun şıhı. Sonra toplantılar, toplantılar. Ailecek gittiğimiz lüks evlerde, son moda kıyafetler içindeki şükür duaları eden sakallı adamlar, sürmeli, baygın bakışlı, erkeklerden ayrı odalarda oturan rengârenk şatafatlı kıyafetleri ve abartılı altın takılarıyla başı bağlı kadınlar.

Üç yıl önce Müslüman değildik sanki! Orucumuzu hep tuttuk elimizden geldiğince, annem de her Ramazan bizi iftara çağırır, mahalledeki öksüz çocuklarla beraber ağırlardı. Hem ona yardım eder, hem o minik kalplere dokunuyor olmanın dinginliğini yaşardım. Ne şimdiki telaşım, ne gereksiz huzursuzluğum, ne de yabancılık hissim vardı. Tam aksine sessizce, huzurla geçerdi Ramazan ayı. Önceleri sadece bu toplantılarda örttüğüm saçlarımı, şıhımızın evimize yaptığı bir ziyarette rica etmesinden sonra temelli örttüm. Kocam da istedi. Zaten şortlar askılılar giymezdim de, kafamı metrelerce örtüyle saracağımı da düşünmemiştim. Şimdi de kıza baskı yapıyor. “Daha on iki yaşında, elleme!” diyecek oldum.

“Dokuz yaşında başlıyor kız çocuklarının günahı. Onun yerine cehennemde yanmaya razı mısın? Onunla yaşıt olup da saçı açık gezen çocuk yok arkadaşlarda.” deyince “Çocuk işte o, kendin de söylüyorsun, çocuk!” dedim ama…

Bu aileyle de geçen haftaki toplantıda Ferit Bey’lerin vasıtasıyla tanıştık.

Ezan da başladı. Kimi sıvalı kolunun gömleğini indirmeye çalışır, kimi yerlerde çorabıyla boğuşur. Çorbalar da soğumuş, en azından çocuklar zamanında başladı. Kocam benim abdestsiz olduğumu fark edip ters ters baktı ama zaman da yoktu zaten!

Kimse sakin değil artık. Can hıraş çorba höpürtüleri. Ekmekler, içecekler, servis tabakları havalarda. Boşlar doluyor, dolular boşalıyor. Bu mahşer yerinde konuşabilene aşk olsun.

“Daha az!”

“Bu kâfi!”

“Tuzu azsa alabilirim.”

“Elinize sağlık.”

“Elinize sağlık!”

“Markası ne?”

Fıstıklı sarmaya geçtiğimizde, “Ayran kalmış mıydı?” diyorum.

“Şerbetli tatlı ile ayran severim de!”

Gülümseyerek küçümseyen beş kafadan, on tane alaycı kırpışan bakış alıyorum.

“Tabii ki!” diyor ev sahibesi hanım.

“Şakir bey abdestlerimiz bozulmadan akşam namazlarınızı kılmak isterseniz seccadeler terasta serili.”

“Ne güzel düşünmüşsün hanım!” diyor Şakir bey, aşuresinden koca bir kaşık götürürken.

Televizyondan yeni bir ezan sesi duyuluyor.

“Aaa orucu mu bozduk yoksa?” deyip kıs kıs gülümsüyor Şakir bey, hepimiz taklitçi papağanlar gibi arkasından gülüyoruz, kıs kıs…

“Bu espri de hep yapı…” bir anda ok gibi delen haşin bakışları ve bakışlarıyla tam aksi yönde yumuşacık bir sesle sözümü kesiyor eşim.

“Allah çok versin, kesenize altın yağsın. Şu fakir kulların fakir sofrasında bir şükür duası yapmayı kendime borç, size teşekkür bilirim.”

Gözlerini kırpıştırıyor ev sahibesi hanım. “Ne yaptık ki? Karınca kararınca işte. Allah olmayanlara da versin.”

Hep beraber ellerimizi açıyoruz.

“Amin Ya Rabbi, amin Ya Rabbi...”

Haberler başladı, dolar fiyatlarından bahsediyor. Eşim sofra duasına daha alçak sesle devam ederken, diğer erkeklerin elleri havaya, kulakları televizyona kilitleniyor.

*Yazarın Notabene yayınlarından çıkan Dilsiz Annelerin sessiz Çocukları isimli bir öykü kitabı bulunuyor.