Körlük, zamansız eserler arasında yer alacak. Çünkü Körlük, insanlığın ders almayan tutumla binlerce yıllık hatalarını binlerce kere tekrarlayacağını söylüyor. Çünkü Körlük, insana insanlığını görebileceği aynayı tutuyor. Çünkü Körlük, F. Kafka’nın, “Dayanılmaz olan yaşam değil, insanlarmış.” sözünün roman diliyle izahını yapıyor

İnsan dediğimiz varlık, bir akıl hatası mı?

DERYA DERYA YILMAZ

"Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz. Bakabilen ama görmeyen kör insanlar.” J.Saramago

Sonradan oluşan körlük, ışığın yoksunluğuysa eğer, göremeyecek kadar yoğun, süt gibi beyaz bir aydınlık, “…beyaz bataklı(k)…” (s.120) da neyin nesi? Bakmak, gördüğümüzü anladığımız anlamına gelmiyor elbette. Kaldı ki beynimiz imaj yaratıp bunları gerçeklik gibi önümüze koyarken, bazı görüntüleri de yok sayıyor. Bunu bir çeşit körlük sayarsak, aslında gördüğünü düşünen bizlerin, bakan körler olduğumuz sonucu doğmuyor mu? “Bazı körlerin sadece gözleri kör değildi, zihinleri de kördü,…”(222)

Işık Ergüden çevirisiyle, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan, Nobel ödüllü, Portekizli yazar Jose Saramago’nun, böylesi bir görmeyi anlattığı Körlük romanı, insanlığı sorgulayıp sorular sorarken okura, Rönesans’ın Flaman ressamı P. Brueghel'in iki eserine de gönderme yapıyor. İlki, Matta İncil’inde geçen, İsa’nın dediği şu cümleden, “Bırakın onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer.” kalkarak resmettiği “Körler Kıssası”; diğeri, insanın kolayca bayağı, vicdan yoksunu olabileceğini anlattığı “Ölümün Zaferi” adlı tablo. Bu iki ayrı sanat dalının, kişinin ve zamanın ürünleri aslında insan hallerinin onca “gelişim süreci”ne rağmen değişmediğini ortaya koyuyor. Keza bu Orta Çağ ressamının etkilendiği Hollandalı ressam H. Bosch’un, “Dünyevi Zevkler Bahçesi” adlı triptik resmi, her ne kadar dini ve şehvet içeren sembollerle dolu olsa da cehennem tasviriyle, Körlük romanında anlatılan cehennemi anıştırıyor. Körlük, benzer biçimde Platon’un mağara alegorisine de uzanıyor. Bilindiği üzere, elleri bağlı, karanlık bir mağaranın kapısına sırtı dönük oturan, duvara yansıyan görüntüleriyse gerçek sanan insanlardan biri, zincirlerinden kurtulup oradan çıkınca, idealar dünyası denilen gerçek dünyanın ışığıyla geçici kör olur. Bu durum geçip de içerde gördüklerinin ne kadar yanıltıcı olduğunu anladığında önce büyük bir şaşkınlık, sonrasında aydınlanma yaşar. Diğerlerine bunları anlatmak için heyecanla döndüğünde gördüğü muamele delilikle suçlanma, hakaret, dışlanmadır. Görünen o ki Saramago’nun derdi, bu zincirlerdir; bir an önce kurtulup gerçekliği tüm çıplaklığıyla göstermek, uyandırmak...

Saramago, ülkesinde uzun yıllar süren Salazar’ın de facto diktatörlüğüne karşı çıkan komünist, tanrı tanımaz duruşuna ek olarak Körlük’te de görülen açlık, seks, erk gibi itici dürtülerin yoksunluğuyla karşı karşıya kaldığında insanın ne kadar kural tanımaz, yıkıcı olabileceğini eserlerine aktaran bir yazar. Ayrıca, romanın etkisini artıran, kişiye süje izlenimi veren adların yanılsama yaratabileceğini düşündüğünden olmalı hiçbir ülke, şehir, kişi, millet, ırk adı kullanmayıp “…koyu renk gözlüklü genç kız(ı), şaşı çocu(k)…”(48) gibi sıfatlarla okurun hayal gücünü harekete geçirir. Diğer yandan, karışıklık yaratacakmış gibi görünen bu “isimsizlik” durumunu, “Körler ada ihtiyaç duymaz,…”(292), aslında asıl önem verdiği alt başlıkları, okurunun gözden kaçırmaması için öne çıkardığı söylenebilir. Hal buyken anlatı, büyük karakterlere değil olay örgüsüne yaslanır.

1995’te yayımlanan Körlük, gerçek hayattakilerle kurmacanın ustaca kaynaşıp dünya edebiyatında önemli yer bulduğu bir distopya olmasının yanında, yazarın büyülü gerçeklik biçiminin önemli unsurlarından hayali ögeleri de kullandığı politik göndermeler içerir. “Ölümün Zaferi”inde resmedilen trajediye rağmen görülen esprili dil gibi Saramago’da ironiyle hem tarafsız olabilmeyi hem de söylemek istediklerini salt politize ederek anlatıyı yavanlaştırmamayı başarır; gerçekleri roman gerçekliğine çekerek edebi estetiği yakalar. Bu nüktedan dil yapılanmasını gösterişe kaçmayan uzun cümlelerle, aralara serpiştirilen halk deyişleri, atasözleriyle de zenginleştirir.

Yazar, hayata bakışı gereği devlet, askeriye gibi baskıcı, zorlayıcı kurumlarla, araba, ev gibi mülkiyetlerden yüzeysel bahsederken, “…korku nerede mülkiyet duygusuna ağır bastıysa orada terk edilmiş(ti)…”(132) cümlesinde de olduğu gibi siyasal gücü eylemsel, psikolojik ve sosyokültürel ele almayı da ihmal etmez. Diğer yandan, sahip olduğu gücün faşizmiyle, halk için var olduğu gerçeğini görmezden gelen hükümet, hastalığa yakalananları tedavi etmek ve diğerlerini korumak vaadiyle körleri kapattığı eski akıl hastanesi, -ki bunu önemli bir metafor olarak kullanır-, kısa sürede tecride ve ölüm kampına dönüşür,“… ister kara körlük, ister beyaz körlük… buradan çıkamayacaklardı…”(53), ki fiili varlığı sadece oradaki askerler ve bant kaydı bildirilerden ibarettir.

İlginçtir, bu sıradışı hâl karşısında körler duruma hemen adapte olur, gücü eline alanlarsa medeniyetin kendilerine o zamana kadar kazandırdığı değerleri tereddüt dahi etmeden yiyecek karşılığı seks, tecavüz, hatta cinayet benzeri suçları işleyerek yok sayar. Ancak, olaylar öyle hal almıştır ki salgın geri kalan herkese bulaşarak ülkeyi birbirine katmış, aslında her yer akıl hastanesine dönerek, her şey, hatta bireyin kendi, kendisi için ölümcül hale gelmiştir. “Ölümün Zaferi” adlı tabloda da savaş, asil soysuz, zengin fakir, devlet halk demeden herkesi helak eder. Körlük’te, böyle bir felaket karşısında ilkel doğasına hızla dönen insandaki ahlaki çöküşün altı çizilir. Romanın omurgasını ise, finalde de görüleceği gibi, insanlık bu durumdan kurtulacaksa eğer, önce çamura bulanacak sonra temizlenecek, düşüncesi oluşturur.

İşaret ettiği pek çok noktayla çok katmanlı bir metin olan Körlük’te yazar asla didaktik tavır sergilemez; anlatmak istediğini doğal, sakin handiyse dümdüz bir akışla, üstelik karanlık, fantastik, cehennem benzeri bir kurmaca dünyası yaratarak okura geçirir. Bunu yaparken tuhaf körlüğün nedeni gibi bazı kritik yanıtlara ihtiyaç duymadığı gibi kavramların simgesel yanına yoğunlaşır. Zaten vurucu olan da bu gerçeküstü dünyanın ne kadar sahici olduğudur.

Yazar, yarattığı bu metaforik körlükle, okurla güçlü bağ kurarak, onu roman evreninin kaotik dolambacına sürükleyip hesaplaşmaya dâhil eder. Çünkü Nietzschevari iyilik kötülük değişkeni vardır. Romanın dikkat çeken önemli yanlarından biri de anlatıcıdır. Müdahaleci anlatıcı, karakterlerin iç dünyalarına girer, onları analiz ederek ne düşünüp düşünmediklerini bilir, onlar adına konuşur. Yetinmez, okur alımlama sürecini okurla konuşarak, yönlendirerek, fikrini söyleyerek hatta yanına/karşısına alarak, “…bizim zaten bildiğimiz…” (34), sorular sorar; artık siz anlatının parçasısınızdır ya kendinizce eksikleri tamamlarsınız ya fark etmeyecek kadar etkisine girersiniz ya da görmezden gelirsiniz. Saramago, karakterlerine neredeyse eşit roller dağıtarak, hikâyeyi evrensel boyuta taşıyıp dünyanın herhangi bir yerindeki okurun kendiyle özdeşlik kurabileceği bir çatı oluşturarak, ortak payda yaratmak ister. Kaldı ki Körlük’ün dünyada en çok okunan, kitleleri etkileyen romanlar arasında sayılması bunu başarabildiğinin göstergesidir.

Saramago, hikâyede boşluklar bırakır demiştik. İlginç biçimde salgının bulaşmadığı tek bir kişi vardır; sonlara doğru “…yedi hacı(lık)…”(272) gruba itiraf etse de eşi dışında bunu kimse bilmez. Peki, dehşetengiz bir dünyanın hüküm sürdüğü hapishanede pisliğe, açlığa, tecavüze, her an kör olmaya hatta ölüm ihtimaline katlanarak, körlere canhıraş yardım etmesinin sebebi, eşinin gözünde yücelmek ya da Tanrı tarafından sevilmek midir? Öyleyse, can alabilecek duruma, hem de vahşice, nasıl gelebilir? Körler tarafından fütursuzca kullanılmak, dahası linç edilmekten korktuğu için mi görebildiğini saklar? Etkileri açıkça görülen, yukarıda bahsedilen her üç resim de Kutsal Kitap’la ilgilidir. Saramago, aslında dini öğretiyi sorgular, “… kilisedeki resimlerde herkesin gözleri bantlı… körler bu resimleri göremeyeceğine göre resimler de körleri görmemeli…”(320, 321) Belki de finali, kökeni Antik Yunan’a dayanan “Deus-ex-machina” tarzı, yani “Makineden Tanrı” anlamına gelen kolay, absürt çözümle bitirerek, o tek gören karakterin gözlerinden akıttığı yaşlarla kurtuluşu değil de süreç boyunca elinde tuttuğu iktidarın gitmesine bağlar. Çünkü nihayetinde o da insandır, “… insanlara yol gösteren özgürlük tanrıçası değildi(r) o … onları bayrak gibi havaya kaldırması imkansızdı(r).” (235) Öte yandan Körlük’ün simgeler dünyasında o, sorgulayan, cehennemi gören/gösteren, aydının, iyiliğin, tanrının vücut bulmuş halidir.

Kısacık da olsa, Brezilyalı yönetmen F. Meirelles’in Körlük’ü, 2008’de aynı adla beyazperdeye aktarmasından bahsedelim. Film, romanı önce okuyup sonra seyreden kişi için hayal kırıklığı yaratıyor yazık ki. Ancak, sinemaya uyarlamaların, edebiyatın özgür alanından yeterince yararlanamadığı da biliniyor. Yine de Meirelles, sıçramalı anlatımıyla, sinematografik özellikleri pek de barındırmayan romanın özünü yansıtabilmeyi başarmış. Kitabın büyük bölümünü içeren monologların ekrana aktarılması elbette zor; yönetmen bu sorunu da iç sesleri görünür hale getirerek çözmüş. Hikâyede, ses kaydıyla tekrarlanan hükümet duyurularını, körler topluğuna televizyon ekranından yansıtarak farklı bakış açısı kazandırması da dikkate değer. Körlük’te uzun detaylarla anlatılan ürkütücü atmosfer, maalesef filmde aynı etkiyi uyandırmıyor. Benzer biçimde, karakterlerin Uzakdoğulu, Hintli; siyahi, beyaz; uzun kısa gibi özelliklerle görünür olması, seyircinin hikâyeyle özdeşleşmesini engellese de Meirelles yine de iyi iş çıkarmış.

Körlük, zamansız eserler arasında yer alacak. Çünkü Körlük, insanlığın ders almayan tutumla binlerce yıllık hatalarını binlerce kere tekrarlayacağını söylüyor. Çünkü Körlük, insana insanlığını görebileceği aynayı tutuyor. Çünkü Körlük, F. Kafka’nın, “Dayanılmaz olan yaşam değil, insanlarmış.” sözünün roman diliyle izahını yapıyor. Çünkü Körlük, “…aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.” (213) tespitiyle, insanlığı pençesine alan, insan kaynaklı açmazları gözler önüne seriyor. Çünkü Körlük, gördüklerimiz bir yanılsama, bir tiyatro oyunuysa, insan dediğimiz varlık sahnedeki akıl hatası, diyor.