17 yıl önce yazmışız: ‘Geliyorum diyen felaket: Etnik devlet’; yüzde on barajının muhtemel sonuçları babında...

17 yıl önce yazmışız: ‘Geliyorum diyen felaket: Etnik devlet’; yüzde on barajının muhtemel sonuçları babında.

Bilinmeyecek bir şey değil; çevrenin merkeze nüfuz etmesini sistematik biçimde önlersen, çevre de kendi içinde alternatif bir merkez olarak örgütlenir.

Bir de Gurvitch’in şöyle bir sözü var: Demokrasi, azınlık konumunda bulunanların, kendilerinin çoğunluk oluşturacağı yeni bütünlükler kurabildiği rejimdir. Burada şunu da belirtelim: Sosyoloji, toplumu insan topluluğu olarak, dolayısıyla mekan üzerinden değil, gerçekleştirilecek ortak bir iş/eser temelinde tanımlar ve aynı bir mahallede yaşamak da aslında ortak bir iştir. Aynı bir mahallede meskûn olmakla birlikte, bu yan yanalığı kendisinin de katıldığı ortak bir işe dönüştüremeyen insanların ise, aynı bir kafese kapatılmış hayvanlardan bir farkı olmayacaktır.

Neyse, özyönetim teorisi kurmaya kendimizi kaptırmayıp günümüz gerçeğine dönelim: “Ananı da al git”e zamanında yeterince tepki gösterilseydi, bugün Salim Uslu Kamer Genç’i Meclis kürsüsünde milletin gözü önünde itip kakmaya cüret edemezdi.

İktidarın, referandumdan, özellikle de seçimden bu yana yaptıklarına bakıp da, ‘yetmez, ama evet’çilerin sonunda ayıkmasını bekleyenleri gördükçe de, taa 1968 yazında, devrimin şartlarının olgunlaşması üzerine sohbet ederken, Koşuyolu’nda, Kamillerin kahvesinin önünde Mehmet’e söylediklerim aklıma geliyor: İnsan buhar kazanı değil ki, altındaki ateşi harladın mı, patlayıversin; pekâlâ eriyip akabilir, altındaki ocağa yapışıp bulaşıklaşabilir de.

Francis Carco’nun bir romanında vardı; Paris rıhtımlarının kulağı kesiklerinden bir tip; kendisinde her türlü numara var; işte o, diyordu ki, “ben bütün sevgililerime bana ihanet ettiğinden şüpheleniyormuş gibi yaparım, bana sadakatini ispat edeceğim derken daha da bir kulum kölem olsunlar diye”.

Önce ortaya bir ‘terör örgütü’ masalı sürüyorlar; ama, yeri, yapısı, yöneticileri ve de eylemleri fevkelade muğlak; o yüzden de, hem her yerde, her yere sızmış, her işe bulaşmış olabilir, hem de herkes kendisinin üyesi; hatta malûm makuleden besili tosuncuğun işaret ettiği üzere, kendisi bile bilmeden. Ergenekon’un modası geçti bile; artık herkes potansiyel bir ‘KCK terör örgütü’ üyesi: Belki yüz kere yazıp temellendirdim, terör örgütü diye bir örgüt türü değil, ancak ve ancak terör eylemi ve örgütlü terör olabilir ve de terörü en kapsamlı şekilde örgütlemenin feriştahı da devlettir diye.

İnsan, yılandan korkar; ama, yatağının altından çıkarsa dehşete kapılır: Beklenmedik bir durumdur; ne zihnen hazırlıklıdır, ne de fiziken donanımlıdır belayı savuşturmak üzer. Terör dedikleri de işte bu ‘dehşet’in bire bir Fransızcası. Terör eyleminin/terorist eylemin karakteristiği ise, saldırganın doğrudan kendi muhasımını değil, üçüncü şahısları hedef alması: Böyle bir saldırıyı beklemeyen, beklemesi için hiçbir sebep bulunmayan, dolayısıyla, kendisini koruyup savunmak üzere gerek manen, gerekse maddeten donanmış olması söz konusu olmayan insanlar. Ancak burada dehşete kapılan, sadece yatağının altından yılan çıkan değil, bunu görüp duyan herkes olacaktır: Bir sonraki saldırının hedefinin kendileri olmaması için hiçbir sebep yoktur. İşte, üçüncü şahısların ruhuna salınan bu dehşet üzerindendir ki, muhasım zor durumda bırakılacak, kendisi karşısında güç ve üstünlük kazanılacaktır; ama, yine işte bu yüzden de terorizm en gayri ahlakî ve kalleşçe mücadele yöntemidir: Temel ilkesi ve varlıksal koşulu, şiddeti, kendileri doğrudan taraf olmayan, dolayısıyla da savunmasız insanlara uygulamaktır.

İşte bu gayri ahlakîliğin yarattığı infiale de dayanaraktan, daha doğrusu bundan istifade ederektendir ki, devletler de kendilerine hiçbir kayıt kuyut tanımaksızın sonsuz şiddet uygulayabileceği bir varlık türü imal ederler: Terorist.

Terorist ne vatandaştır, ne de düşman askeri: Kendisi karşısında gerek ulusal, gerekse uluslar arası hiçbir hukuksal düzenlemeyle bağlı olunmayan insan. Terörle mücadele ise, devletlerin kendi kendilerine verdikleri haydutluk vizesi.

Ancak Türkiye’de durum daha vahimdir: Dilimizde dehşet kelimesi zaten var ve varlığını devam ettiriyor iken, terör kelimesi hukuksal düzenlemelere sokulmuştur; ki, bu suretle, terör, dolayısıyla terorizm ve terorist kavramları ile ‘insanları dehşete düşürmeye matuf kör şiddet eylemi’ arasındaki zorunlu bağ da düşürülmüş olmaktadır. Bu durumda terorizm tıpkı liberalizm, sosyalizm veya komünizm gibi kendisine özgü bir toplum modelini hayata geçirmek üzere örgütlenilecek bir ideoloji konumuna oturtulmuş, buna dayanarak da, nihaî hedefi ve yegane eylem biçimi insanları dehşete düşürmek olan bir örgütün varlığı mümkünmüş gibi ‘terör örgütü’ diye bir saçmalık hem hukuksal düzenleme, hem siyasal söylem, hem de gündelik dile dahil edilmiş olmaktadır. Oysa, yukarıda da belirtmiştik, terorizm bir eylem biçimidir; nasıl ki, kişi, yürürlükteki rejim ister komünizm olsun, ister olmasın kendisi komünist olabilir ama, kapital (sermaye) sahibi değilse kesinlikle kapitalist olamaz, tedhiş eyleminde bulunmadıkça da ne hiç kimseye terorist denilebilir, ne de kendisinin yapıp ettikleri terorizmle ilişkilendirilebilir.

Terör örgütü diye bir örgüt türünün var olabileceğini kabûl edip, herhangi bir örgütü de terör örgütü kategorisine soktunuz muydu, o örgütün yaptığı, ileri sürdüğü her şey de artık terör suçu olacaktır ki, bu durumda, suçun kanunîliği, yani yasayla tanımlanmamış suç olmaz ilkesi devre dışı bırakılmış olmaktadır. Suç, fiilin somut içeriğinden koparıldığı ölçüde, yapılanın ne olduğu değil, yapanın kim/kimlerden olduğu, kimlerle tanışıp selamlaştığı, hatta nerelerde konuşup hangi kelimeleri kullandığı vb… ölçüt hâline gelmiş, kısacası kişinin varoluş tarzı bizatihi bir suç konumuna getirilmiş olur: Beş yüzyıllık bir gecikmeyle, biz de Engisiyon’u yaşamaktayızdır artık.

Gecikmiş, ama zenginleşmiş de bir Engizisyon: Örneğin, 1937-38 Moskova Duruşmalarının yargı dünyasına hediyesi  ‘manevî suç ortaklığı’nın AKPcesi olarak ‘örgüt üyesi olmadığı hâlde örgüt adına suç işlemek’; yani, ‘terör örgütü’, diyelim “ sarı güzeldir” demişken, ortalıkta sarı ceketle dolaşmak vb… Telefon ve ortam dinlemelerinin yanı sıra insanların şahsî ajanda, not ve hatıra deftelerine de el koyup, suç delili diye basına servis etmek ise, ‘bilgi çağı’ Engizisyonuna özgü yeni bir kamu hizmeti: Yaşasın, medyanın yeni düzeni