İnsan gibi / hayvan gibi

İnsan gibi yaşamayı kim istemez? Ayın sonunu nasıl getireceğini düşünmeden yaşamayı… Başını sokacak sıcak bir yuvaya sahip olmayı…

Hastalandığında kimselere muhtaç olmadan ilacını alabilmeyi… Sevdikleri ile yılda bir kez olsun tatil yapabilmeyi… Kim istemez?

İnsanın temel ihtiyaçları arasındadır bunlar. Peki, içinde yaşadığımız kapitalist sistemin sömürü çarkları bu en temel ihtiyaçlarımızı karşılamamıza olanak veriyor mu? Yanıtın ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz… Diyelim ki veriyor, karşılığında neleri feda etmemiz bekleniyor? Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet kavramlarının anlamını yitirmesine alışmamız mı? Kendi çıkarlarımızın belirlediği bir dünyanın içine hapsolup, ‘ötekiler’in çığlıklarına kulaklarımızı tıkamamız mı? Temel ihtiyaçlarımızın karşılanmasının, ‘insan gibi’ yaşamamızı sağlamaya yeterli olmadığı gerçeğini unutmamız isteniyor belki de…


Özgürlük ve dayanışma duygularından nasiplenmemişsek, bencilliğimiz zor koşullarda daha da belirgin biçimde ortaya çıktıysa, kendi çıkarlarımızdan, kendi ihtiyaçlarımızdan başka bir şey düşünemiyorsak, insan gibi yaşadığımız söylenemez. Hatta,‘hayvan gibi’ yaşadığımız da söylenemez. Hayvanların özgürlüklerine ne denli düşkün olduklarını bilmiyor olamazsınız. Onları sizinle yaşamaya ikna eden tek şey, dışarıda bulamadıkları sevgidir, bir lokma ekmek değil…

Nereden çıktı bu hayvan söylemi derseniz, iki nedeni var: İlki, bugünün, yani 4 Ekim’in, ‘Dünya Hayvanları Koruma Günü’ olması. Ve, hayvanlara karşı şiddetin önlenmesine ilişkin yasa tasarısının bir türlü TBMM gündemine gelememesi... İnsan gibi yaşamanın temel koşullarından birinin empati duygusuna sahip olmak, kendi dışındaki varlıkların yaşam hakkına saygı duymak olduğunu öğrenememişiz demek ki… İkinci neden ise, önceki gün dinleyicisiyle buluşan yeni bir plak, BaBa Zula’nın “Hayvan Gibi”si… Her parçası bir hayvan adı taşıyan albümde, Derviş Zaim’in ilk filmi “Tabutta Rövaşata”nın film müziği “Tavus Havası”nın yanı sıra, kurbağalar, kuşlar, sıpalar, çöl aslanları varmış. BaBa Zula’nın 25. Yılı onuruna çıkartılan albümü dinlemeyi heyecanla bekliyorum. Tüm hayvan severler gibi…

İnsanın temel ihtiyaçlarından söz ederken birini en sona bıraktım, çünkü biliyorum ki toplumumuz henüz bunu temel bir ihtiyaç olarak görmüyor. Oysa, bireyin öz kültürüne sahip çıkabilmesi, özgürce ifade edebilmesi ve evrensel sanata erişebilmesi, insanın en temel ihtiyaçlarından biridir. İşte, bu ihtiyacımıza yanıt veren, şu zor günlerde yaşamımıza bir tutam umut, bir tutam yaşama sevinci katan sanatsal etkinliklerden söz etmek istiyorum bugün, köşem elverdiğince. Bunlardan bir kısmı dijital ortamda izleyicisiyle buluştu, bir kısmı ise fiziki olarak…

insan-gibi-hayvan-gibi-788399-1.

Dün başlayan 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali, tıpkı Ankara Film Festivali gibi cesur bir karar alarak, sanal ortam yerine gerçek dünyada var olmayı seçiyor. Açıkhava sinemalarında, hepsi de Türkiye’de ilk kez gösterilecek olan filmleri merakla bekliyor sinemaseverler. Ulusal Yarışma seçkisinde, Erdem Tepegöz, Derviş Zaim, Fikret Reyhan, Nesimi Yetik, Reis Çelik, Atalay Taşdiken gibi sevdiğim sinemacıların yapıtları var. Yeni keşifler de cabası. Venedik’ten önemli bir ödülle dönen Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler”inin yanı sıra, Ferit Karol’un, Orçun Benli’nin, Tunç Şahin’in, Tankut Kılınç’ın, Barış Gördağ-Yasin Çetin’in filmlerinden güzel sürprizler beklenir; ama ne yazık ki festivalin davetini geri çevirmek zorunda kaldım. Çünkü, malum yaş engeline takılıyoruz. Olağan kurbanlar (65+) için saat 20’den sonra sokağa çıkmanın yasaklandığı iller arasında Antalya da var. Filmleri izleyemeyeceksem, festivale katılmanın ne anlamı var… SİYAD jürisinde yer alan Murat Tırpan arkadaşımızın izlenimlerini, eleştirilerini bekleriz biz de…

Valiliğin bu yasağını delebilecek mi festival, şimdiden bilmek mümkün değil. Alınan kararları akılla ve bilimle açıklamanın mümkün olmadığı gibi… Aynı risk grubundaki bir ilde yasak olan bir sanat etkinliği diğer ilde serbest olabiliyor! Sosyal medyanın gücünden midir, yoksa tiyatro sanatçılarının tanınırlığının fazlalığından mı bilinmez, Kültür ve Turizm Bakanı’nın açıkladığı bir kararla, tiyatro, opera, bale gösterileri yasak kapsamından çıkarıldı. Ve, tiyatrocular rahat bir nefes aldı. Bakanlığa bağlı sanat kurumlarının varlığı bu kararın alınmasında en önemli etken olmalı.

Peki ya müzik ve sinema sektörlerinde yaşananlar? Bazı kentlerde yerel yönetimlerin düzenlediği konserler ve film gösterileri yapılabiliyor, ama bazı kentlerde (vaka sayılarında bir artış olmasa da) yasak. Nasıl açıklanabilir bu durum? Örneğin İstanbul’da Büyükşehir’in düzenlediği film gösterimleri serbest, ama İzmir’de Büyükşehir’in Kültürpark’daki açıkhava film gösterimlerine izin vermiyor Valilik. Bu arada, tüm sinema salonları açık… Konserler açısından da aynı şey geçerli. Yerel yönetimin kamu hizmeti olarak düzenlediği konserlere izin yok, ama özel sektörün biletli konserleri serbest. Gerekçe, ticari etkinliklerin serbest olması! Tabi, virüs tehdidinin, CHP’li belediyeyi cezalandırma aracı olarak kullanıldığına inanmak istemiyor insan!

Akla karanın birbirine karıştığı bu kaotik ortamda, insan gibi yaşamamız için önümüze fırsatlar çıkartan sanat kurumlarının varlığı çok önemli. En başta İKSV’nin… Film, müzik ve caz festivallerini -makul bilet fiyatlarıyla- ulaşılabilir kılan, böylelikle her zamanki izleyici rakamlarının çok üzerine çıkan Vakıf, yalnızca İstanbul izleyicisine değil, yurdumuzun, hatta dünyanın farklı köşelerine ulaşıyor (Müzik Festivali’nin açılış konserini izleyenlerin sayısı 20.000’e yaklaşmış). Sanırım, önümüzdeki yıllarda pandemi sınırlamaları olmasa da, festivaller ‘hibrit’ bir yapıyı benimseyecekler; fiziki gösterilerin yanı sıra, dijital ortamı da değerlendirecekler. Sanat etkinliklerine katılımın (yani insan gibi yaşamanın temel niteliklerinden birinin) son derece kısıtlı olduğu ülkemizde, ‘pandemi’nin çok yönlü etkilerinden biri, sanat emekçilerinin yaşam alanlarının sınırlanması -ya da tümüyle ortadan kalkması- ise, bir diğeri de -paradoksal biçimde- sanata erişimin kolaylaşması oluyor. Elbette, sanal ortamdaki etkinlikler nitelik açısından ciddi bir handikap içeriyor, ama nicelik açısından sanat dünyasına yeni imkânlar sağladığı da yadsınamayacak bir gerçek.

İki yazımda sözünü ettiğim ve geçen hafta sanal ortamda yapılan ödül töreniyle sonuçlanan “3. İzmir Uluslararası Film Festivali”ne değinmeden olmaz. Göstermedikleri filmleri halk oylamasına sunarak ödüllendiren bu ‘vizyon festivali’nin ne işe yaradığını anlayabilmiş değilim. Yalnızca televizyon alanında olsaydı diyecek sözümüz olmazdı (hoş o zaman da halk oylaması yerine jüri değerlendirmesini savunurdum). Sektörden pek çok isim, gişede başarılı olmayan filmlere yarışma hakkı tanımayan, sinema sanatını ticarete kurban eden bu festivali eleştirirken, işin niteliğinin farkında olmayan bazı arkadaşlarımız bu sanal festivalin ödüllerini sanal ortamda kabul ederek oyuna dahil oldular. Neyse ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi sonucu baştan belli olan bu ‘festival’e ilgi göstermedi. En İyi Film Ödülü’nün, yılın en çok iş yapan filmine, “7. Koğuştaki Mucize”ye gideceği belli bir şeydi. İyi yapılmış bu melodramı halkımız zaten gişede ödüllendirmişti. Malumun ilanı niteliğindeki bu ödülün ne sinemamıza ne de İzmir kentine bir getirisi oldu.


Bitirirken, bu yıl dijital ortamda gerçekleşen ve sanat kültürünün yaygınlaşmasını hedefleyen etkinliklerden birkaçını sıralayarak, okurlarımızı bu etkinliklere davet edelim. Hafta içinde başlayan “Balkans Beyond Borders Kısa Film Festivali”nden “Engelsiz Filmler Festivali”ne, dün çevrimiçi gösterime açılan 27. İstanbul Caz Festivali’nden (tüm konserlerin bir ay boyunca açık kalacağını hatırlatalım) Gedik Sanat’ın Piyano Festivali’ne, SALT’ın “Perşembe Sineması / Evde” filmlerinden (“Yeni Dünya”yı izlemeniz için son gün bugün; 8 Ekim’de “Lizbon’un Ritmi” gösterime açılıyor), kamusal ve özel tiyatroların oyunlarına uzanan zengin bir menü var karşımızda. Son söz olarak, pandemi nedeniyle işsiz kalan sanat emekçilerine destek vermek için çaba gösteren İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediyeleri’ne teşekkürlerimizi sunalım. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın sahnelerini özel tiyatrolara açması önemli bir adım, Devlet Tiyatroları’nın örnek alması gereken…