Mevzuu biliyorsunuz… Yeni tetikçiler.

“En büyük öyküsü bir dönem adının Ahmet Şık’la birlikte anılmış olmasıdır.”

Çok fazla anlatılacak bir numarası yok. Belki de onu en iyi tanımlayan söz budur.

İktidarın ‘rahatsız olduğu için’ bitirmeyi kafasına koyduğu, Cumhuriyet’le yaşıt Cumhuriyet…

Kim bilir arkadaşları içerdeyken gazetesi için, ‘çizgisi de bozuldu be’, diye dilekçe veren kurnazın, ‘kayyum atansa da’ gelip koltuğuna otursam diye bekleyen vekilin tasarrufu gibi onun da bir planı vardır. Nedim Şener’i geçelim…

4 gündür gözaltında olan, Oğuz Güven’in aslanlar gibi bir hikâyesi, dağ gibi bir gülüşü vardır. Bir alçakgönüllülük mertebesi varsa o Oğuz abi’dir. Maalesef bizde, basın sektöründe azdır. Ama Oğuz Güven…

Ne zaman iyi haber yapsak, hoşuna giden bir yazı yazsak… Açar telefonu…

“Kardeşim, eline sağlık…” Sektirmez…

Karşılığı açıktır: “Zarafet müessesinin dibi, insanın hammaddesinin abi…”

Gerçekten de öyledir.

Ama biraz safçadır…

Misal yarın gözaltından çıksa, ‘olmaz ya’ aynı gün de Nedim Şener’in başı iktidarla derde girse, alır fotoğrafını çıkar yine İstiklal’e…

Ne yapalım o da böyledir işte!

Mevzuu biliyorsunuz…

Bir de eski tetikçiler var. Eski dediysek… 15 yıllık iktidarla türeyip, palazlanmış olanlar…

Bir kez daha ‘aynı cümlelerle açlık grevini anımsatıp’ sonra da ‘onlar için’ türediler hakkında birkaç söz söyleyelim.

‘Darbe bahanesiyle, kendi darbesini yapan iktidarın’ ekmeğinden ettiği iki akademisyen Ankara’nın ortasında, açlık grevinde ölüyor!

KHK mağduru olup, diğer akademisyenler ile memurlara da ses soluk olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça dönülmez noktanın sınırındalar. Bugün 68. gün…

Birkaç gün önce, Yeni Şafak yazarı Salih Tuna; “Daha fazla komik olmayın” başlıklı bir yazı kaleme alıyor. Çok da yazı denemez aslında; daha çok bir utanç vesikası. Öyle ki; insanı başkasının yerine utandırıyor…

Mide bulandırıcı satırlar var:

“…Aman nazar değmesin. Hep böyle zinde kalıp nice 66 gün görsünler. Hatta mümkünse işlerine geri dönsünler. Bizi üzmesinler…”

‘Yazar’ ana fikri, önemli bir endişesi çerçevesinde hastalıklı şekilde veriyor…

Ti-ye alsa da aslında bir kıvılcımın Gezi’ye dönüşmesi, aklını alıyor, bir siyasal İslamcının ‘Lakin’ ile başlayarak Marx’tan alıntı yapması da komik kaçıyor:

“…Besbelli yeni bir Gezi’ye aşeriyorlar. Lakin Marx, tevekkeli dememiş:

“tarihte tüm olaylar iki kez tekrarlanır, birinci kez trajedi, ikinci kez komedi olarak…”

Bu satırlar bir ifşa aslında…

Bir gün korktuklarının başına geleceğini, iktidarla başlayan domino taşlarının ’tırttt’ diye kendilerini ve emsallerini etkileyeceğini biliyorlar.

Korkmakta haklılar… Bir ‘tırtttlık’ canları var çünkü… Halkın gücünün kendilerini tüketeceğinin farkındalar.

Eksik okumalardan sürdürelim…

Ne diyor Marx:

“Utanç en devrimci duygudur!”

Oysa bunlar… Yegâne duygularından referans alıyorlar: Korku.

Türkiye…

Öyle derin analizlerin yapılacağı, büyük mutabakatlar ülkesi değildir artık.

Aynıların aynı, ayrıların ayrı yerde duracağı bir ülkedir.

Bu; iyilerle kötülerin, alçaklarla alçakgönüllülerin mücadelesidir.

Önüne geleni ‘vatan haini’ ilan edenlerin, ‘insan haini’ olma yolundaki sınırları aştıkları dev adımlardır. Gazeteciden terörist yaratmaya çalışanların aslında büyük bir eşkıyalığın temsilcileri olduklarının beyanıdır.

Korkunun ecele faydası yok, dünya tarihi bir şablondur, bakınca anlaşılır. Velhasıl süreç uzun olsa da kazanacak bellidir.