Türkiye’de 2002’den bu yana resmen çalışan ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ’NÜN memleket macerası biraz meşakkatli…

İnsan hakları denince aklımıza gelenler hiç hoş şeyler değil. Sürekli ihlallerin yaşandığı bir ülkede yaşamak fena. Canımızın istediği gibi adım atamamak, her adımımızda tepemizde sallanan (ve giderek ağırlaşan) sarkacı hissetmek de öyle… Durumumuz (şimdilik) çok vahim değil belki ama ileride daha fena şeyler yaşanacak. Bunu öngörmek zor değil. Uluslararası Af Örgütü’nün kurucusu Peter Benenson’un bir sözüyle başlayayım kelama… Benenson, örgütün amblemindeki mumdan yola çıkarak şu cümleyi kuruyor: “Bu mum bizim için yanmıyor. Bu mum hapishanelerden çıkarmayı başaramadığımız, cezaevine götürülürken yolda öldürülen, işkence gören, kaçırılan, kayıp edilenler için yanıyor. Bu mumun amacı bu.” Bugün, bu sözden yola çıkarak onların yaktığı mumun ışığını takip edeceğim.

Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) ilk adımı, 1961 yılında Londra’da atılmış. Artık oldukça etkili bir sivil toplum kuruluşu bu. 10 Aralık 1948’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Paris’te yapılan oturumunda kabul edilen İnsan Hakları Beyannamesi ile belirlenmiş her türlü hakkı savunmak üzere kurulmuş. Bugüne kadar pek çok çalışma yaptığı için dünyaca tanınıyor. 1977’de Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Af Örgütü, çalışmalarına destek olmak amacıyla düzenlediği yan etkinliklerle de her dem göz önünde.

insan-haklari-simdi-95919-1.

Türkiye’de 2002’den bu yana resmen çalışan topluluğun memleket macerası biraz meşakkatli… Özetleyeyim: “Uluslararası Af Örgütü Girişim Grubu Başvuru Formu”nu 1995 yılında dolduran yedi kişilik çekirdek ekip, aynı yılın Kasım ayında “aramıza hoş geldiniz” yazılı mektubu almış ve ilk eylemini, hiç gecikmeden, 10 Aralık’ta yapmış. İstiklal Caddesi’ni boydan boya mumlarla donatan yedi kişi, yoldan geçenlere mum uzatmış: “Bugün 10 Aralık İnsan Hakları günü. Karanlığı aydınlatmak için sen de bir mum yak!” İlerleyen yıllarda Ankara ve İzmir’in de katılımıyla büyüyen grup, 2001’de dernekleşme yolunda ilk adımı atmış. Başvurunun Bakanlar Kurulu’na takılması şaşırtmamış ama bu “engel” (düzenlenen bir kampanyayla) hızlı aşılmış. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, 2002’de resmen çalışmaya başlamış.

Derneği Türkiye’ye getiren adım, bir konserde atılmış aslında ya da ışık orada yanmış. Kurucu yedi kişi arasında bulunan Özlem Dalkıran’ın 10 Aralık 2011 tarihinde BiaMag’da yayımlanan yazısından aktarayım: “Af Örgütü’nün adını ilk kez 80 darbesinden sonra gazetedeki bir haberde okumuştum. Türkiye’de işkence ve tutuklamalarla ilgili raporundan söz ediyordu. Daha sonra 1986’da Türkiye’ye gelen bir heyete yardım ederken, örgütle ilgili daha fazla bilgi aldım. Özü, insan haklarının korunması için uluslararası dayanışma olarak nitelendirilebilecek bu örgütün bir parçası olmak istiyordum. Tek sorun nasıl ulaşabileceğimdi. Fırsat 1988 yılında karşıma çıktı. Af Örgütü Londra’da bir konser organize etmişti. ‘İnsan Hakları, Şimdi!’ isimli konser İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 40. yılını kutlamak için yapılıyordu. En ucuz uçak biletini alıp konsere gittim ve Af Örgütü standında ‘uluslararası üye’ olarak kaydımı yaptırdım.”

Bahsi geçen konser, Bruce Springsteen & the E-Street Band, Sting, Peter Gabriel, Tracy Chapman ve Youssou N’Dour’u bir araya getiren “Human Rights Now!” başlıklı konser dizisi… 2 Eylül 1988’de Wembley Stadyumu’nda başlayan, 15 Ekim’de Buenos Aires’te River Plate Stadium’da finali yapılan yirmi konserlik bir maraton… Ekibe, her ülkede farklı konuklar da eşlik etmiş: Joan Baez, Bono, Zakir Hüseyin, Yorgo Dalaras Pat Metheny, Intı İllimani ve nicesi, barış şarkılarını katılımcılarla birlikte söylemiş.

Bu, Af Örgütü’nün düzenlediği ilk konser serisi değil. Ses getiren konserlerin ilki, 1986 tarihli. 4 Haziran’da California‘da başlayan, 15 Haziran’da New Jersey’de biten altı konserlik bu serinin adı, “A Conspiracy of Hope”. U2, Sting, Bryan Adams, Peter Gabriel, Lou Reed, Joan Baez, Neville Brothers gibi isimlerin sahne aldığı konserlerin sürprizi, son üç ayağında The Police’in bir araya gelerek sahneye çıkması! Christopher Reeve’den Michael J. Fox’a, Muhammed Ali’den Robert De Niro’ya pek çok ünlü ismin destek verdiği “İnsan Hakları Konserleri”, sonrasında farklı başlıklarla dört kere yinelenmiş: 1988 konserinin ayrıntılarını yukarıya almıştım, diğer ikisinin adlarını anayım: “An Embrace of Hope” (1990) ve The Struggle Continues (1998). Sonraki yıllarda “ekip”e Sinead O’Connor, New Kids on the Block, Radiohead, Alannis Morrisette, Shania Twain gibi isimler de katılmış üstelik.

insan-haklari-simdi-95920-1.

Diğer konserleri başka bir yazıya bırakayım, 1988 tarihli “büyük” konser serisine odaklanayım. Af Örgütü’nü memlekete getiren adım orada atılmış belki ama başka bir özelliği de var bu konserlerin: Türkiye’de bir konsere ilham vermiş! “Human Rights Now!”, İnsan Hakları Beyannamesi’nin kabul edilişinin 40. yıldönümü vesilesiyle düzenlenen konser serisi. Yunanistan’a gelmiş, Türkiye’yi teğet geçmiş belki ama, ertesi yıl, İstanbul’da, benzer adla bir konser düzenlenmiş. “İnsan Hakları Yarın Değil Şimdi!” başlıklı bu konser, birkaç girişimin ardından 9 Eylül 1989’da Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılmış. Birkaç girişim dedim zira öncesinde her başvuruda reddedilen bir konser bu. 2 Eylül 1989 tarihli Milliyet gazetesinde “İnsan hakları şimdi olmaz” başlıklı haberden aktarayım: “27 Ağustos’ta yapılması hedeflenen konser, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına girdiği ve ‘müzik icrasından ziyade, belirli bir konuda kamuoyu oluşturmak ve konuyu benimsetmek amacına matuf olduğu’ gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bir sanatçı işbirliği olarak gerçekleştirilmek istenen konserin 3 Eylül tarihinre düzenlenmesi için yapılan başvuru da reddedildi. Zuhal Olcay, Deniz Türkali, Mehmet Güreli, Mozaik Grubu, Bulutsuzluk Özlemi, Ezginin Günlüğü, Grup Merhaba, Yeni Türkü, Müjdat Gezen, İlhan İrem, Haluk Bilginer, Atıf Yılmaz, Barış Pirhasan, Cem Karaca, Şahika Tekand, Hale Soygazi, Şahin Kaygun, Serdar Ateşer ve Murathan Mungan, ‘İnsan Hakları Yarın Değil Şimdi’ konserini gerçekleştirmeye kararlı olduklarını açıkladılar.”

Kararlılık işe yaramış ve art arda yapılan başvurular sonucu, konser, 9 Eylül’de yapılabilmiş. Bunu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi tarafından aynı gün gazetelere verilen ilandan öğreniyoruz: “İzin alındı, konser bugün saat 19.00’da Açıkhava Tiyatrosu’nda. Önceden satılan biletler ve gönderilen davetiyeler geçerlidir.”

Bahsi kapatmadan, Milliyet’te yayımlanan “tepkiler”in bir kısmına da dikkat çekeyim… İlhan İrem, bugün de bize yabancı gelmeyecek cümleler kurmuş: “Kitabevleri basılıp kitaplar yakılıyor, insan hakları her türlüsünden ihlal ediliyor, doğal çevre sorunsuzca talan ediliyor. Bence Türkiye ve dünyanın büyük bir bölümü gelecek kuşakların utançla anacakları bir dönem yaşıyor. Dünyanın her yerinde sanatçılar insan hakları için mücadele ve konserler veriyorlar. Bunu politik bir olay haline getirmenin anlamı yok. Sanat ve sanatçılar da hiçbir yolla depolitize edilemezler.” Mozaik adına konuşan Ümit Kıvanç, olayı özetlemiş: “İnsan hakları siyasi bir konu değildir, herkesin meselesidir. Konserin amacı bunu vurgulamak.”

80’li yıllar, konserlerin “danıştay kararıyla” verilebildiği, albümlerin yine aynı kararla yayımlanabildiği yıllar. 90’larda bir anlamda serbestlik getirildi ama bu kez memleket fena karıştı. Bugün, belli bir serbestlik var: İktidara ya da iktidarın başındaki şahsa ilişmediğiniz sürece, her şeyi söyleyebiliyorsunuz. Onlara ilişirseniz, vay halinize! Daha birkaç gün önce, bu gazetenin üç yazarı, arkadaşlarımız Barış İnce, Berkant Gültekin ve Can Uğur, Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri gerekçesiyle yargılandı ve ceza aldı. Cezaları ertelendi belki ama bu, hep özgür olacakları anlamına gelmiyor. Can Dündar ve Erdem Gül, yeni hapse girdi. Hapisteki gazetecilerin sayısı her geçen gün artıyor: Bir sürü dava devam ediyor. Ali İsmail’i, Ethem’i öldüren polisler serbest dolaşıyor ortalıkta ama Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını eleştirenler yargılanıyor. 12 Eylül zulmünün ortalığı kasıp kavurduğu 80’li yıllarda bile Özal’dan “paşa”lara herkesin karikatürü çizilebiliyor, haklarında şakalar ve şarkılar yapılabiliyordu. Bugün, değil karikatür, şarkı ya da şaka, haber bile yapılamıyor. Şüphesiz bu günler geçecek ve o mumun ışığı hepimizi aydınlatacak. Bunun için, biraz daha sabretmek gerekiyor sanırım. Hem ne demişler, sabırla koruk helva olurmuş. Olacak, muhakkak!