Amerikalı liderler için insan hayatı eğer “panik yaratabiliyorsa” önemlidir.

İnsan hayatı ne zaman önemli?

Jon Schwarz

Donald Trump’ın gazeteci Bob Woordward’a birkaç ay önce verdiği röportajda “Covid-19 konusunu önemsiz göstermeye çalışıyorum çünkü insanları paniğe sevk etmemeye çalışıyorum” dediği anlaşıldı ve insanlar bu sözleri dolayısıyla Trump ile dalga geçiyorlar. Komik, çünkü konu ne olursa olsun Trump panik yaratmaya bayılıyor. Meksikalı göçmenler, Antifa, şebeke suyu basıncı, şehir planlaması…

Fakat Trump aslında bize Amerikan siyasetine dair çok önemli bir ipucu veriyor. Suudi Arabistan, Mısır, Lübnan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir grup adam 19 sene önce dört uçak kaçırdı. Uçaklardan üçü Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a çarptı. Toplamda 2 bin 977 insan hayatını kaybetti.
Trump’ın Woodward ile görüştüğü 19 Mart gününe gelene dek, ülkenin Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri virüsün ülkede yüz binlerce ölüme yol açabileceği, hatta sayının 1,7 milyona kadar ulaşabileceği uyarısını yapmıştı bile.

11 EYLÜL SALDIRILARI

11 Eylül örneğine baktığımızda, dönemin devlet başkanı George W. Bush’un paniği körüklediğini görüyoruz. Afganistan’ı işgal etmezsek, gece rahat uyumamız imkansızdı. FBI, yurttaşların banka hesaplarını ve internet faaliyetlerini sorgusuz sualsiz izleyebilmeliydi. Saddam Hüseyin bıyığının altında şarbon gizliyordu.

İkinci duruma baktığımızda, vaziyetin çok daha korkunç olduğu şüphesiz. Fakat ABD başkanı tehlikeyi gizlemeye çalıştığını açıkça itiraf ediyor. Bunu yalnızca Covid-19 salgınının doğrudan etkileri açısından değil, milyonlarca Amerikalıyı bekleyen ekonomik tehlikeler için de düşünmeliyiz. İki durum arasındaki farkı nasıl açıklamalı?

Tarihsel olarak incelediğimizde yanıtın aşikar olduğu kadar garip olduğunu görüyoruz. Devletlerin davranışlarına yön veren, genellikle gerçekler değildir. Siyaset genellikle liderlerin zihinlerimize aşılamak istedikleri yanılsamalar ile ilgilidir.

Bush, girişmek istediği birçok gereksiz hamleye zemin arıyordu. Trump ise yapılması gereken birçok şey varken, hiçbir şey yapmamak için kendine zemin arıyordu.

KÖRFEZE MÜDAHALE

11 Eylül örneğinde Bush yönetiminin yaşananlara hiç de mantıklı tepkiler vermediğini görüyoruz. Bunun yerine zaten yapmak istediği fakat paçayı nasıl kurtaracağını bilemediği planlarına meşru zemin buldu. ‘Yeni Amerikan Yüzyılı’ isimli önemli bir düşünce kuruluşu 11 Eylül’den bir sene önce durumu açıklamıştı: “ABD körfez bölgesinin güvenliği konusunda daha etkin rol oynamayı on yıllardır arzuluyor. Bu amaç, Saddam Hüseyin rejiminin düşmesinden ibaret değil.” Saldırıların üzerinden henüz saatler geçmişti ve dönemin Dışişleri Bakanı Donald Rumsfeld yardımcılarına “Büyük oynayacağız – süpürüp geçeceğiz, alakalı olsun, olmasın” diyordu. Gerekirse Irak da plana dahil edilecekti. Bush ve ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice 11 Eylül’ü bir ‘fırsat’ olarak gördüklerini kısa süre sonra itiraf ettiler.

Diğer yandan Covid-19’un esaslı devlet müdahalesi gerektirdiği açıktı. Trump ise harekete geçmeye gönüllü değildi. Sonuçta doktorlar ve hemşireler koruyucu malzemelerden yoksun kaldılar, temaslı kişileri takip etmekte başarısız olduk; eyaletleri ve şehirleri parasız, insanları ise işsiz bıraktık. Tarih bize dünyanın nasıl işlediğini gösteriyor. Hükümetler ne yapacaklarına karar veriyor, sonra bunu kamuoyuna sunulabilecek bir mantığa oturtmaya çalışıyorlar.

SÜREKLİ İŞGALLER

16 Aralık 1989 günü Panamalı askerler ABD’li bir askeri vurdular, başka bir donanma yetkilisinin eşini ise tecavüz ile tehdit ettiler. Fakat siyasi yanılsamalar dünyasındaki tezahürüne baktığımızda görüyoruz ki, Başkan George H.W. Bush, Panama’yı işgal etmek zorunda olduğumuzu açıkladı. Amerika Panama’yı işgal etti, yüz binlerce insan öldü. İsmi açıklanmayan bir Kongre üyesi o dönem “16 Aralık olayları işgalin sebebi değil, gerekçesiydi” demişti. Bush ülkenin askeri yönetiminin lideri Manuel Noriega’yı koltuğundan indirmek istemeseydi, yaşanan saldırı olayı gayet kolay görmezden gelinebilirdi. Noriega bir zamanlar CIA ile birlikte çalışırken, sonraları Amerika’ya düşman kesilmişti.

2 Ağustos 1964’te USS Maddox gemisi Tonkin Körfezi’nde Kuzey Vietnamlı gemilerle karşı karşıya gelmiş ve karşılıklı ateş açılmıştı. Ölen olmamıştı, Maddox’a yalnızca bir mermi isabet etmişti. 4 Ağustos günü ise hiçbir şey olmadı ancak ABD Maddox’a ikinci bir saldırı düzenlendiğini ‘hayal etti’. Siyasi yanılsamalar dünyasında, ABD bu olayları gerilimleri tırmandırmak için kullandı ve en nihayetinde Çinhindi bölgesinde milyonlarca insan öldü.
Nisan 1980. Iraklı, Saddam muhalifi ve İran destekli Şii bir örgüt olan İslami Davet hareketi, Irak Başbakan Yardımcı Tarık Aziz’e el bombalı saldırı düzenledi. Saddam’a göre bu, Irak’ın İran’la savaşa girmesi gerektiği anlamına giriyordu. Saddam da aynen bunu yaptı ve toplam bir milyon insan öldü.
Haziran 1982’de Filistinli teröristler İngiltere’deki İsrail Büyükelçisi’ni öldürmeye çalıştılar. İsrail’e göre bu, Lübnan’ı istila etmek zorunda oldukları anlamına geliyordu. Sabra ve Şatila katliamında binlerce insan öldü.

Eylül 1938’de Herschel Grynszpan Paris’te Alman bir diplomatı vurdu. Herschel bir Yahudi’ydi. Nazi Partisi’nin paramiliter güçlerine göre, Kristal Gece olaylarını icra etmek şart olmuştu.


Trump’ın şuursuz dürüstlüğünün yaşama ve dünyamıza dair ne anlattığını doğru anlamalıyız. Hayatlarımız, güç sahiplerinin ihtiyaç duydukları ‘panik’ ortamı oluşabiliyorsa değerlidir. Aksi takdirde sessiz sedasız ölür, hiçliğe karışırız. Şu an binlerce insanın Covid-19 kaynakları ölümlerinde olduğu gibi.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Intercept