Hayalleri kendinden büyük Şükro ile Kore Savaşı’nda ABD çıkarları uğruna iki ayağını kaybeden ve sıkı bir ABD muhalifi olan Ali Osman, köy kahvesinde herkesten başka bir lisan konuşur gibidir. Umudun lisanını. Göz göze gelirler. Şükro der ki “Gidelim.”

“Beni gerçekten taşır mısın?” diye sorar Ali Osman, “Görüyorsun halimi.” İki ayağı eksiktir. Bir yerden bir yere gitmek için birine muhtaçtır. "Taşırım” der Şükro. "İnsan insanın eki değil mi dünyada." Fakir Baykurt'un Güdük adlı öyküsünde iki güzel insan ders verir hepimize. Dayanışmanın ne olduğunu unutturmak isteyenlere bir cevaptır bu söz. Dayanışma doğamızda olandır.

Bize insanın insanın kurdu olduğu öğretilir oysa. Birbirimizi yiyip bitiririz. Sadece birbirimizi mi? Kurdu, kuşu, böceği, ağacı ne varsa yok etmek için yeminliyiz. Bir fethi coşkusudur içimizdeki. Durdurulmaz bir hırs.

Fetih artık kamyonlarla yapılıyor biliyorsunuz. Günde 1453 kere iş makineleri bir ordu gibi yürüyor ormanın içine, kurdun kuşun evine giriyor. Fethetmeye yeminli gibiyiz gölgesini satamadığımız ağacı, etini dişleyemediğimiz hayvanı.

Sonra biz tarih bilmezmişiz. İstanbul’un fethi Kuzey Ormanları’nın fethiymiş meğer. Kendi etini dişleyen bir kurtmuşuz millet olarak. 1453 kamyon ile dalmışız düşmanın içlerine. Bir tek ağaç bırakmamışız, bir tek canlı. Sadece asfalt. Daha ne olsun! Para kusuyormuş dağ taş. Daha ne olsun, para var işin sonunda. Kendimizin yaratıp tapındığı bir tanrı.

İnsan insanın ekidir oysa. Birimiz düşerse ötekimiz tutup kaldırmalı. Oysa birbirimizi yeme derdindeyiz. Bak ne diyor Çalışma Bakanı? Emeklilik yaşı düşükmüş Türkiye’de. Çözüm bulunmalıymış. Sanki emekli olan gerçekten emekli bu ülkede. Üçer beşer ölmüyoruz sanki iş cinayetlerinde emekli olamadan. Kimimizin beli, kimimizin ciğerleri yaptığımız iş nedeniyle hasta değil sanki. Borç yükü almış başını gitmemiş. Geleceğimiz ipotek altında değilmiş.

Biz biliyoruz ki milyonlar için öyle rahat bir emeklilik yok yelkenlini, torununu alıp başka diyarlara gideceğin.

Emekli maaşı kime yetiyor ki! “İnsan insanın ekidir.” Öyle diyor Şükro. Emekli maaşı, yaşlandıkça artık iş bile bulamayan kişiye bir güvence sadece. Emeklilik yaşını yükseltmek demek, yaşlı birini geçici bir işe ya da işsizliğe, açlığa mahkûm etmek demek. Peki kim kemirecek emekli olamayan kişinin maaşını. Sakın sosyal güvenlik ödemeleri, teşvik adı altında, devlet tarafından karşılanan patron kısmı, ağa kısmı olmasın o kemirgen. Oysa emeklilik sistemi birbirimizin eki olmaktır biraz. Bir devlet ihtiyarını çalışmaya ya da yoksulluğa ya da çalışsa da yoksulluğa mahkûm ediyorsa niye var?

İhtiyarı çalışmaya mahkûm et, emekli maaşlarını aşağıya çek, şirketlerden vergi alma, prim kesme, bir de hak arayanın grevini yasakla, kıdem tazminatını emeklilik şirketlerine emanet et, zeytin ağacını düşman belle, kendi ormanlarının fethine çık.

Kurtuluş yok mu bu girdaptan? Elbette var. Kurtuluş birbirimizin eki olmakta, eksik yanlarını tamamlamakta. Bir de bu karanlığa dur demeye devam etmekte kurtuluş. Hem de ısrarla ve inatla.