İnsan kalbine inanır mısın?

KARDELEN TATAR

2017 yılının Nobel Edebiyat Ödülü kazananı Kazuo Ishiguro, Türkiye’de de karşılığını bulmuş ve bugüne kadar yayımladığı tüm kitapları Türkçede okurlarla buluşmuş bir yazar. Üstelik nitelikli bir topluluk tarafından da sıkı sıkıya takip ediliyor; tüm dünyada olduğu gibi. Japon asıllı bir İngiliz olan Ishiguro’nun tüm dünyada okunmasının ve kendisine sıkı takipçiler bulmasının sebebini Nobel Edebiyat Ödülü için yapılan açıklamada bulabiliriz. Nobel komitesi, Ishiguro’ya edebiyat ödülünü, “Büyük bir duygusal güce sahip romanlarında, dünyayla bir bağlantımız olduğu yanılsamasının altında yatan dipsiz uçurumu açığa çıkardığı” gerekçesiyle verdi. Gerçekten da baktığımızda Ishiguro, ele aldığı mesele her ne olursa olsun yoğun duygusal katmanları metnin her sayfasına dağıtmayı çok iyi başarıyor. Okuduğumuz ister ‘Gömülü Dev’ gibi fantastik bir masal olsun, isterse de ‘Öksüzler’ gibi polisiye denebilecek bir hikâye; Ishiguro’nun peşine düştüğü kahramanlarının duygusal evreni oluyor hep. Yani evrensel düzeyde insanı insan yapan şeyin, duyguların üzerine gidiyor.

Üstelik denemeyi de seven bir yazar. Okurlarını her romanında farklı bir duygu evreni karşıladığı gibi, yine farklı bir roman türü denemesi karşılaşıyor. Kimi zaman fantastik, kimi zaman polisiye, kimi zamansa tarihsel bir sorgulama romanıyla karşımıza çıkıveriyor. Geçenlerde Türkçede yayımlanan ve Ishiguro’nun Nobel’den sonra kaleme aldığı ilk roman olan ‘Klara ile Güneş’te de bundan farklı bir yol tutmamış yazar. Yine farklı bir roman sınaması açmış kendine ve yine duygular peşinde. ‘Klara ile Güneş’i farklı bir yere koymamıza sebep olan durum ise Ishiguro’nun bunu bu kez distopik denebilecek bir roman evreninde yapması ve yapay zekâ üzerinden bir duygusal derinlik arama çabasına girişmesi. Bu yönüyle ‘Klara ile Güneş’ için özel bir roman diyebiliriz. Bilimkurgunun en önemli malzemelerinden biri olan robot, bu kez bir duygusal sınamaya tutuluyor Isihguro ile birlikte. Bu duygusal sınanma da yine Ishiguro’nun önemli izleklerinden olan “hatırlamak” fikri üzerinden şekilleniyor.

Erişilemeyecek bir hızla gelişen ve her geçen gün farklı bir yönünü daha insanlara gösteren yapay zekâ, artık günümüz modern yazarlarının da üzerine düşündüğü, kalem oynattığı bir fikir hâline geldi. Aslında çok da uzak sayılmayacak bir gelecekten bahsettikleri için bu türden romanlara “ütopya” ya da “distopya” demektense, yakın geleceğin nasıl şekilleneceğine dair entelektüel fikir yürütmeleri demek bile mümkün. Ishiguro’nun romanını da böyle rahatlıkla böyle bir çerçeveye oturtabiliriz. İçinde karanlık öğeler barındırıyor evet ama bu ‘Klara ile Güneş’i kesin sınırlar içinde bir distopya yapmaya asla yetmiyor. Ishiguro’nun okurlarına bu bağlamda sunduğu, içinde distopik öğeler de barındıran bir duygusal bilimkurgu.

‘Klara ile Güneş’te hikâyeyi bir robotun, Klara’nın bakış açısından anlatıyor Ishiguro. Romanda okurun gözü kulağı bir robot yani. Güneş enerjisi ile çalışan, bilgi beceri yanında duygu da geliştirip anlayabilen “insansı” bir robot Klara. Romanda onu “YA” tipi bir yapay zekâ olarak tanıyoruz; yani “yapay arkadaş”. YA’lar için Ishiguro’nun romanında tasavvur ettiği geleceğin bir parçası olan yalnız çocukların, arkadaşları olan teknoloji harikaları diyebiliriz kısaca.
Ishiguro’nun çizdiği bu gelecek tasavvurunda çocukların yalnızlaşmasının sebebi ise DNA’larında küçük değişimler yapılarak “yükseltilmeleri” ve eve bir şekilde bağımlı diyebileceğimiz bir hâle gelmeleri. “Yükseltilen çocuklar”ın ölüm riski dahi var ama dönemin üniversiteleri neredeyse yükseltilmemiş hiç kimseyi kabul etmiyor. Dolayısıyla aileler de çocuklarını bu işleme tabi tutmaya bir anlamda zorunda kalıyorlar.

Klara, Ishiguro’nun anlatmak istediği hikâyeye çocuk kahramanı Josie dolayısıyla dahil oluyor. Josie de yükseltilmiş çocuklardan biridir ve annesi, ileride başına gelebilecek “kimi şeyler” için endişelidir. Klara’nın yeni sürüm modelleri çıkmış olmasına rağmen keskin dış dünya gözlemleri, ayrıntıları iyi yakalaması ve gördüklerini şaşırtıcı bir doğrulukla ele alması Josie ve annesinin onu seçmesi için yeter sebep olacaktır. Bunun, hikâyenin akışı için ne kadar önemli olduğu ise sayfalar ilerledikçe okurların karşısına çıkacak.

Ishguro romanında “insansı robot” kavramını bir adım daha ileriye taşıyarak “insan yerine geçmiş robot” fikrini edebiyat gündemine taşıyor. Bir robota “insan kalbi”ne inanmayı, bir insana ise “robot zihni”ne güvenmeyi sınav olarak önlerine sürüyor. Bu duygusal karmaşada ortaya çıkan ise her sayfasında farklı geçişlerin yaşandığı ilgi çeken bir hikâye. Ishiguro’nun duygu yaratmaktaki ustalığını tekrar görüyoruz ‘Klara ile Güneş’te. Aynı zamanda gelecek fikri üzerine inşa edilmiş bir roman da yazarın kendi sınaması olmuş ve Ishiguro bundan kesinlikle başarıyla geçmiş.